“Güven ilişkisinde en zorlu yan, güvenin çok zor kazanılan ama çok kolay kaybedilen bir duygu olduğudur.” diyor,
Thomas J.Watson...
İnsanların hayatın inişli çıkışlı profillerinde, bilginin paylaşılmasında, gelişme imkanlarının elde edilmesinde, eleştirisel yanlarının açık ve aynı zamanda da yapıcı olmaları gerekir. Bu nedenle her birey veya kurum, güven sağlamak için önemli bir rekabet ortamı yaratmak zorundadır.
Bireylerin karakterlerine duyulan güven, düşünülen şeylerin kolaylıkla gerçekleştirilebilmesini, bir bakıma akıcılığı temin eder. Her sorunu ‘ şıp ‘ diye çözebilen insanlara güven duygusu çoğalır. Belirli bir göreve getirilmek istenen kişi ise bu güven ortamından seçilir. Kendine güvenen kimse, “ Bana göre “, “ Bence “, “ Ben olsaydım “ gibi sözcükleri yeteri kadar az kullanır. Her olayı büyük bir keyifle ve insanı adeta şaşırtarak anlatırlar.
Yaşamın sağlıklı ve esenlikle devam etmesi, “güven“ faktörü ile direkt olarak ilintilidir. Farklı kişiler arasında oluşabilecek bir paylaşım da, neticede bir güven duygusunun eseridir. Güven duyulan kişiye de kolay kolay eleştiri yapılmaz. Güvenli kimseler olayları basite indirgemeyi severler.
Sorumluluk güven duygusu getirir.”... adamın sağı solu belli değil, öyle abuk sabuk, dikine konuşuyor ki, kesinlikle başımızı yakar!..” gibisinden sözler de güvensizliğin belirtileri olmaktadır.
Mistik alandaki ilk adım olan iman anlayışı, yani bilinmeyene olan yaklaşım, bir bakıma doğmatik güven hissinden kaynaklanmaktadır.
Şayet bir ortam içinde güven duygusu yaratılmak isteniyorsa, bu koşulları ortaya koyanın, önce kendine karşı güven duyması ve saygısı olması gerekir.
Güvensizlik, toplumları ümitsizliğe, belki de telafisi olmayacak yanlışlara, hatta sağlıksız kararlar almasına kadar vardırabilir.
Bireylere karşı, güven anlayışını yaratmanın geçerli olan en etkin yolu, verilen sözlerin mutlaka yerine getirilmesidir...
Vaadlerde ve sözlerde durulmaması, güven ortamını bozan davranış biçimini sergiler. Ve bu kayganlık ihanete kadar varan neticeyi beraberinde getirecektir...
Halk arasında sıkça kullanılan bir deyim var. “En büyük aşklar en büyük nefretlerden doğar.” En büyük ihanetler de görüntüde güven telkin eden kişiler tarafından meydana getirilmektedir... Dolayısıyla, değişen atmosferler göz önünde bulundurularak, güven seçiminde oldukça titiz davranılmalıdır.
İtimat telkin etmeyen kimselere ısrarcı olsalar bile özel konular kesinlikle açılmamalıdır. Görünürde itimat telkin eden bir insanın davranış biçimleri sık eleyip, dokunmalı ve ona göre yaklaşımda bulunmalıdır.
Güvenli bir yaşamı olan, evrensel değerlerle farklı bakış açılarını kolaylıkla benimser..
Yaşamın en küçük bir detayında bile sarf edilebilecek en basit bir söz veya hareket, güvenilirliği veya güvensizliği yaratacaktır..
Güvensizlik duygusu dün olduğu gibi bugünde dünyada alabildiğine yaygın. Güvenli insanlar herşeyden önce aydınlığın ufkunu genişletecek düzeydeler. Güvenli olabilme vasfı, bireydeki fırsatçılığı, fesat düşünme anlayışını yok eder. Daha çok para, daha çok güç, her zaman güven duygusu getirmeye yetmez!..
Hz. Muhammed (s.a.v), kendisine Risalet görevi gelmezden önce de, güvenli bir insan anlamına gelen “Emin “ lakabı ile anılıyordu. Alacağını vereceğini çok iyi düşünüyor, hiçbir açık kapı bırakmaksızın düşüncelerini dile getirebiliyordu...
O hangi dine, hangi ırka mensup olursa olsun bireylerin ve toplumların itimadını kazanmıştı. Evrenselliğe dönük “güven“ dolu yaşamı ile tam bir itimat abidesiydi. Tarih boyunca bir çok insan, başta Nebiler/Resuller ve veliler olmak üzere, Sokrates, Brahma, Dante, Montagne, Galile, Shakespeare, Descartes, Spinoza, Rousseau, Freud, Darwin, Einstein, Newton ve ileriye dönük düşüncelerin temel felsefesini ortaya koyan Atatürk gibi, deneyimli büyüklerin getirdiği güven duygusuna ihtiyaç duymuşlardır. Onlar iyiliğinde güzelliğinde doruk noktasına ulaşarak “Güvenli İnsan” unvanını almaya hak kazanmıştır.
Güven verebilmenin en önemli işaretlerinden biri, toplumu tehlikeli ve nifak sokulacak şeylerden uzak tutmayı becerebilmektir.
Güvenli topluluklar dün kendi içlerinde yaşarlarken, artık iletişim dünyası üzerinden genele yansıyor, çoğalıyor ve genişliyor...
[06 Aralık 2001 Tarihinde Akşam Gazetesi’nde yayımlanmıştır.]
|