Hakk’a Ulaştıran Hidayete Evet,
Direnişler ise Çöpe!
Ahmet F. Yüksel
 

Halife Hz. Ömer (r.a.), özellikle Medine’nin gençlerine İslam’ın kıymet ve değerini öğretme adına diyor ki: “Biz öyle karanlık bir zaman diliminde yaşadık ki! Kız çocuklarımızı “hadi dayına gidiyoruz” diye yanımıza alır; Mekke’nin dışına çıkarır, onları kendi ellerimizle kazdığımız çukurlara gömerdik. Yine ellerimizle helvadan putlar yapar, acıkınca biraz önce önünde el-pençe- divan durduğumuz o putları yerdik.”

Hz. Ömer’i İbnu’l-Faruk (Faruk’un oğlu) olarak tanıyan ve yüceliği kolay kolay anlaşılamayan, ince, derin ve uzak görüşlülüğü ile bilinen Efendimiz’ den (s.a.v.), onun hakkında; “Ömer’in dilinin üzerinde Meleğin dili vardır; Ömer konuşan değil, konuşturulandır.”  şeklinde sözler duyan gençler, böyle bir insanın kız çocuklarının gömülmesine nasıl seyirci kaldığını ve nasıl helvadan yapılmış putlara tazim ederek cahiliyenin anlamsızlığına kapı açtığını bir türlü anlayamıyorlardı. 

Konuşmasını dinleyen, cemaatteki bir genç daha fazla dayanamadı, ayağa kalkıp Hz. Ömer’e dedi ki: “Ey Müminlerin Emiri! Siz cahiliyede bu işleri yaparken aklınız yok muydu? Ancak aklı olmayan biri bunları yapabilir!”

Bir anda Hazreti Ömer’in yüzünde acı bir tebessüm belirdi ve üzerinde durup saatlerce düşüneceğimiz şöyle bir cevap verdi: “Ya Büneyye! İndena akıl ve lakin lem tekün indena hidayet” yani “Ey Evladım! Aklımız vardı, ama hidayetimiz yoktu.”

Değerli okurlar!

Bu anlamlı sözün üzerinde günlerce durmak gerek. Her şeyin kendi elinde olduğuna inanan, kendisine rehber olmak isteyeni elinin tersiyle iten, şekilden geçtiğini söylerken şeklin batağında yaşayan insanlara sormak lazım: Madem her şeyi bu kadar iyi biliyordun, neden Kur’an-ı Kerim’ in anlattığı şeylerden nasibini alamadın, sistemi okuyamadın?

Kur’an’da övgü ile bahsedilirken, hangi akla uyup Hz. Muhammed’i (s.a.v) ondan ayrı tutmak ve olur olmaz şekillerde abuk-sabuk değerlendirmek zahmetine girdin? Niçin sistemi bilenlerin peşinden gizli gizli gidiyorsun, kendine güvenin mi yok? Bu tür davranış sana kimlerden miras kaldı? Hiç düşündün mü?

Yok olmanızı isteyen suretten ucube gibi kaçmanın sebebi ne ola ki? Güzel ahlak sahibi olmak mıydı? İkanı bir yana bırakın, iman sahibi olmanın yolu dahi güzel ahlâk yolundan geçmiyor dostum. Öyle olsaydı Edison, Carl Sagan, Galile, Einstein, Kepler ve Fizikçi Niels Bohr’un ebedi yaşamda cennetteki yerleri garanti olurdu.

İmanlı/inançlı olduğunu düşünüyorsun ama önüne konulan ilmi reddedip ‘istemeeeem’ derken, hangi maksada hizmet ettiğini söylemek zorundayım.
Bunun adı 'nankörlüktür'.
Yapan kendine yapar. Kapısına kadar gelen ilmi bir şekilde değerlendiremeyen asla bu fırsatı yakalayamaz. Bahsi geçen vasfın bir başka yanı daha vardır. Kendini tanımasına vesile olacak bir yığın dokümana sahip olur, yaşama safhasına geçmesi gerekirken kişiliğinden hiç taviz vermez. Başkalarına tepeden bakmayı yeğler. Duygularını, kızgınlıklarını, yaşadığı olayları bitirememiştir. Kendini kurtardığını sanır. Bu hali ile yaşamına devam eder. Sanki mutlak varlık bir tek kendini yaratmıştır. İçte çağdaşlık adına hamle yapan, varlıktan soyunduğunu iddia edenlerin durumu budur.

Bak dostum bu boyutlar çok hassastır. Denge ister. Biraz dur ve soluklan. Kendine perde teşkil eden halleri ortadan kaldır. Sadece varlığın TEK olduğunu düşün ve bu formatı hayata geçir. Her yerde veçhiyle sana bakanı bir gör. Bakalım bu bakışta neler hissedeceksin? Kim kime ayna oluyor? Kim kimi suçluyor, eleştiren bilerek, yaşayarak, hakkını vererek mi bunu yapıyor, yoksa ezber bozmamakta devam mı ediyor? Kim seni hidayete ulaştırıyor?
Şayet irade/hidayet sende ise, tabiiyetin sana olması şart. Yok, gerçekten sen kendini aciz hissediyorsan, sana uzatılan zeytin dalını itme, bırak YAŞAMIN çöpe gitsin.

Unutma ki, Hidayet bize AKSİYON HALİNDEKİ suretlerden, onların sahip olduğu ilimden ulaşır. Şekle/Şemale uymayan bu tipler seni Hakk’a ulaştıran kapılardır. Hz. Ali örneğinde olduğu gibi. Esasen o ilim şehrine açılan en büyük kapı değil miydi? Sen şu fani dünyadan elini eteğini çekmeden önce kendine öyle bir program hazırla ki, azgın bir köpek gibi havlayan bireysel benliğin susmak zorunda kalsın. Önce Hakk’a ulaşan hidayeti bulsun. Sonrasında Allah, tek gaye olan zatına/hiçliğe ulaştırsın.

Ve şu uyarı aklından hiç çıkmasın: ‘Allah istemedikçe ben isteyemem’. Çünkü kendini gördükçe sahiplendiğin şeyler senin olur. Biliyoruz ki, bazı şeyleri düzeltmek, ortaya dökmek zaman alır. Yine de boşuna emek değildir. Ama ‘Bu iş bu kadar arkadaş’ diye ellerini çırpan, kendine benzemediği için dedikodularla ortalığı yıkan, birilerinin arasına girip, nifak tohumları ekenlerden olma.

Dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş örneklerle yağ çeken insanlar misali ya da bazı kimselere öldüresiye saldıran, onların ‘iflasını dört gözle bekleyen’ tarihsel ‘bir yanlış düzeldi’ diyerek bunalımlara girip sözde kalan, o taklitçi maymunlardan olma.

Hiç kuşkusuz, sen yaptıklarınla tek başına, evet sadece yalnız olarak Efendimizin huzurunda olacaksın. Bakalım o zaman ona ne diyeceksin, ‘Ne yüzle bakacaksın!’

Dostum! Şahsına havalar verip hayallere dalmaman, hidayete ermen dileğiyle, yukarıda emsalsiz insan Halife Hz. Ömer’in yaşamından bir kesit sundum ve bazı gerçekleri analiz etmeye gayret ettim.

 

 
 
İstanbul - 13.03.2008
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com