Halife Hz. Ömer (r.a.), özellikle Medine’nin
gençlerine İslam’ın kıymet ve değerini öğretme adına
diyor ki: “Biz öyle karanlık bir zaman diliminde
yaşadık ki! Kız çocuklarımızı “hadi dayına gidiyoruz”
diye yanımıza alır; Mekke’nin dışına çıkarır, onları
kendi ellerimizle kazdığımız çukurlara gömerdik. Yine
ellerimizle helvadan putlar yapar, acıkınca biraz önce
önünde el-pençe- divan durduğumuz o putları yerdik.”
Hz. Ömer’i
İbnu’l-Faruk (Faruk’un oğlu) olarak tanıyan ve yüceliği
kolay kolay anlaşılamayan, ince, derin ve uzak
görüşlülüğü ile bilinen Efendimiz’ den (s.a.v.), onun
hakkında; “Ömer’in dilinin üzerinde Meleğin dili
vardır; Ömer konuşan değil, konuşturulandır.”
şeklinde sözler duyan gençler, böyle bir insanın kız
çocuklarının gömülmesine nasıl seyirci kaldığını ve
nasıl helvadan yapılmış putlara tazim ederek cahiliyenin
anlamsızlığına kapı açtığını bir türlü
anlayamıyorlardı.
Konuşmasını dinleyen, cemaatteki bir genç daha fazla
dayanamadı, ayağa kalkıp Hz. Ömer’e dedi ki:
“Ey Müminlerin Emiri! Siz cahiliyede bu işleri yaparken
aklınız yok muydu? Ancak aklı olmayan biri bunları
yapabilir!”
Bir anda Hazreti Ömer’in yüzünde acı bir tebessüm
belirdi ve üzerinde durup saatlerce düşüneceğimiz şöyle
bir cevap verdi: “Ya Büneyye! İndena akıl ve lakin
lem tekün indena hidayet” yani “Ey Evladım!
Aklımız vardı, ama hidayetimiz yoktu.”
Değerli okurlar!
Bu anlamlı sözün üzerinde günlerce durmak gerek. Her
şeyin kendi elinde olduğuna inanan, kendisine rehber
olmak isteyeni elinin tersiyle iten, şekilden geçtiğini
söylerken şeklin batağında yaşayan insanlara sormak
lazım: Madem her şeyi bu kadar iyi biliyordun, neden
Kur’an-ı Kerim’ in anlattığı şeylerden nasibini
alamadın, sistemi okuyamadın?
Kur’an’da övgü ile bahsedilirken, hangi akla uyup
Hz. Muhammed’i (s.a.v) ondan ayrı tutmak ve olur
olmaz şekillerde abuk-sabuk değerlendirmek
zahmetine girdin? Niçin sistemi bilenlerin peşinden
gizli gizli gidiyorsun, kendine güvenin mi yok? Bu tür
davranış sana kimlerden miras kaldı? Hiç düşündün mü?
Yok olmanızı isteyen suretten ucube gibi kaçmanın
sebebi ne ola ki? Güzel ahlak sahibi olmak mıydı? İkanı
bir yana bırakın, iman sahibi olmanın yolu dahi güzel
ahlâk yolundan geçmiyor dostum. Öyle olsaydı Edison,
Carl Sagan, Galile, Einstein, Kepler ve Fizikçi
Niels Bohr’un ebedi yaşamda cennetteki yerleri garanti
olurdu.
İmanlı/inançlı olduğunu düşünüyorsun ama önüne
konulan ilmi reddedip ‘istemeeeem’ derken, hangi
maksada hizmet ettiğini söylemek zorundayım.
Bunun adı
'nankörlüktür'.
Yapan kendine yapar. Kapısına kadar gelen
ilmi bir şekilde değerlendiremeyen asla bu fırsatı
yakalayamaz. Bahsi geçen vasfın bir başka yanı daha
vardır. Kendini tanımasına vesile olacak bir yığın
dokümana sahip olur, yaşama safhasına geçmesi gerekirken
kişiliğinden hiç taviz vermez. Başkalarına tepeden
bakmayı yeğler. Duygularını, kızgınlıklarını, yaşadığı
olayları bitirememiştir. Kendini kurtardığını sanır. Bu
hali ile yaşamına devam eder. Sanki mutlak varlık bir
tek kendini yaratmıştır. İçte çağdaşlık adına hamle
yapan, varlıktan soyunduğunu iddia edenlerin durumu
budur.
Bak dostum bu boyutlar çok hassastır. Denge ister. Biraz
dur ve soluklan. Kendine perde teşkil eden halleri
ortadan kaldır. Sadece varlığın TEK olduğunu
düşün ve bu formatı hayata geçir. Her yerde veçhiyle
sana bakanı bir gör. Bakalım bu bakışta neler
hissedeceksin? Kim kime ayna oluyor? Kim kimi suçluyor,
eleştiren bilerek, yaşayarak, hakkını vererek mi bunu
yapıyor, yoksa ezber bozmamakta devam mı ediyor? Kim
seni hidayete ulaştırıyor?
Şayet irade/hidayet sende ise, tabiiyetin sana
olması şart. Yok, gerçekten sen kendini aciz
hissediyorsan, sana uzatılan zeytin dalını itme, bırak
YAŞAMIN çöpe gitsin.
Unutma ki, Hidayet bize AKSİYON HALİNDEKİ
suretlerden, onların sahip olduğu ilimden ulaşır.
Şekle/Şemale uymayan bu tipler seni Hakk’a ulaştıran
kapılardır. Hz. Ali örneğinde olduğu gibi. Esasen
o ilim şehrine açılan en büyük kapı değil miydi? Sen şu
fani dünyadan elini eteğini çekmeden önce kendine
öyle bir program hazırla ki, azgın bir köpek gibi
havlayan bireysel benliğin susmak zorunda kalsın. Önce
Hakk’a ulaşan hidayeti bulsun. Sonrasında Allah, tek
gaye olan zatına/hiçliğe ulaştırsın.
Ve şu uyarı aklından hiç çıkmasın: ‘Allah istemedikçe
ben isteyemem’. Çünkü kendini gördükçe sahiplendiğin
şeyler senin olur. Biliyoruz ki, bazı şeyleri düzeltmek,
ortaya dökmek zaman alır. Yine de boşuna emek değildir.
Ama ‘Bu iş bu kadar arkadaş’ diye ellerini
çırpan, kendine benzemediği için dedikodularla ortalığı
yıkan, birilerinin arasına girip, nifak tohumları
ekenlerden olma.
Dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş örneklerle yağ çeken
insanlar misali ya da bazı kimselere öldüresiye
saldıran, onların ‘iflasını dört gözle bekleyen’
tarihsel ‘bir yanlış düzeldi’ diyerek bunalımlara
girip sözde kalan, o taklitçi maymunlardan olma.
Hiç kuşkusuz, sen yaptıklarınla tek başına, evet sadece
yalnız olarak Efendimizin huzurunda olacaksın.
Bakalım o zaman ona ne diyeceksin, ‘Ne yüzle
bakacaksın!’
Dostum! Şahsına havalar verip hayallere dalmaman,
hidayete ermen dileğiyle, yukarıda emsalsiz insan Halife
Hz. Ömer’in yaşamından bir kesit sundum ve bazı
gerçekleri analiz etmeye gayret ettim. |