Yaşadığımız
ortamda
“haklı
olanın,
haksızdan”
ayırt
edilebilmesi
mümkün
görünmüyor.
Şayet bu
durum
saptanıyorsa,
“haksız
olana
haddini
bildirmek
gerekiyor
mu?”
diye bir
soru
geliyor
insanın
aklına.
Siz
haksızlığa
uğrasanız
ne
yapardınız?
Nasıl
bir
tepki
verirdiniz
bilemiyorum.
Ama ben
bu
konudaki
düşüncelerimi
açıklayayım.
Haksızlığa
uğramak,
kolayca
hazmedilecek
bir şey
değil.
İnsana,
bulunduğu
ortamdan
bir anda
kaçıp
gitme
hissini
veriyor.
Oysa
Teklik
bakışı
ile bu
denklemin
nasıl
çözülebileceği
gayet
açık.
Vahdet
ehli,
asla
‘haklı-haksız’
diye bir
ayrım
yapamaz.
Sadece
seyretmekle
yetinir.
İnsanın
yaşamında
gerçekleri
araması,
hakikatiyle
bütünlük
kurması
şarttır.
Kendisiyle
ilgili
bu ve
benzeri
faktörlerden
haberi
bulunmuyorsa;
oluşturduğu
veya
gerçekleştirmek
zorunda
kalacağı
şeylerde,
ileri
süreceği
fikirlerde
yeterli
olamaz,
güdük
kalır.
Kişi,
geniş
ufuklu
düşüncelerle
yaşamıyordur.
Ortaya
koyduğu
tezler
haklılığını
göstermeyebilir.
Çünkü
yetersizdir.
Üretemediği
ve bir
baltaya
sap
olamadığı
için,
esasen
kendisi
yönetilmeye
muhtaçtır. Nerede
kaldı ki
haksız
olana
haddini
bildirsin.
Düşünen
“bir
beynin,
(dalga
kümesi),
hissetmeye
yarayan
bir
kalbin
yoksa,
gözlerin
görse,
kulakların
duysa”
neye
yarar
ki!...
İşte bu
vasıflarda
olanların
bir
meselede,
bir
münazarada,
haksız
duruma
düşmesi
işten
bile
değildir.
Ne ki,
yaşamını
ortak
değerler
havuzunda
genişletmek
isteyenler,
objektif
görüşleriyle
haksızlığa
karşı
durabilir.
Allah
Resulü’nün,
“Haksız
yere
susan,
dilsiz
şeytandır”
uyarısı
ile.
Bireysel
anlamda
haklı
olduğunu
düşünüp
hakkaniyet
ve
adalet
aramak
zorunda
kalanlar,
haksızlığa
karşı
bir
duruş
sergiliyorlarsa
buna pek
bir şey
denemez.
Fakat,
davranışlarının
makul
sebeplere,
gerçeklere
dayanması
şartıyla.
Aksi
düşünceler
kimseye
de
mantıklı
gelmemelidir.
Değerli
okurlar
günümüzde
bu
değerler
eskiyor.
İnsan
haksız
dahi
olsa,
düşman
gibi
gördüğü
kimseyi
yerden
yere
vurabilmek
için var
gücü ile
çaba
gösteriyor.
Her yolu
mubah
görüyor.
Öz
değerlerine
asla
aldırmıyor.
Vurmak
istediği
kim?
Aynaya
bakması
gerekiyor.
Velhasıl,
değişik
bir
insan
türü
yaygınlaşıyor.
Bu
çirkin
davranışları
ciddiye
alanlar,
otomatik
olarak
vites
düşürüyor.
Yanıt
verme
ihtiyacını
hissediyor
ve
farkında
olmadan
onlarla
aynı
seviyeye
geliyorlar.
Yani bu
tür
işlevler,
insanı
düşünüldüğü
düzeyde
tutmadığı,
hak
sahibi
yapamadığı
gibi,
yiyip
bitiriyor,
bir
yığın
çirkinliğin
içine
girmesine
de sebep
oluyor.
Anlaşılacağı
üzere,
hak
arayışı,
bir iç
huzuru
kazandırmıyor
insana.
Birey
gerekli
olan
hakkaniyet
arayışını;
her
türlü
beşeri
tanımlardan,
sıfatlardan
ve
yakıştırmalardan
azade
olan
Allah’a
ve O’nun
Resul’ünün
tebliğlerine
uymayanlara karşı
sürdürmeli.
Hayatın
bize
bahşettiği
en büyük
nimet,
hiç
kuşkusuz
var oluş
gayemizi,
hakikatimizi
bilmek,
ona
ulaşmaya
engel
olmak
isteyen,
gasp
etmeye
çalışan
zihniyeti,
yine var
oluş
sınırları
kapsamında
değerlendirerek,
bir
anlamda
muhatabına
bir
ölçüt
içinde
davranıp,
haksız
olduğunu
göstermektir.
Ama
tabii ki
bu yol,
oldukça
uzun ve
dolambaçlıdır.
Bir
kere,
savunulacak
şey
hakkında
bilgi
sahibi
olmanız
gerekir.
Bilinir
ki;
“Hadis”
Hz.
Muhammed’in
(s.a.v)
yol
gösteren,
çözüm
getiren
sözleri
olarak
kabul
edilir. Ancak,
Hz
Muhammed’in
ölümünün
akabinde
hadis
olmayan
sözler
de sanki
ona
aitmiş
gibi
yakıştırılmıştır.
Bu
genişlemeler
yanlışlıklara
yol
açmış,
sorunlarla
karşılaşma
durumuna
gelinmiştir.
Yani
Allah
Rasülü
hiç
kullanmadığı
ifadelerle
karşı
karşıya
bırakılmıştır.
Sizce bu
mantıklı
bir şey
midir?
Allah’tan,
Buhari,
köklü
bir
temizlemeye
girip
‘hadis’
koşuluna
uyan üç
yüz bin
hadis
derlemiş-toparlamış,
bizlerin
görüşlerine
sunmuştur.
Bence,
“Haksız
yere
susan,
dilsiz
şeytandır”
sözü
burada
yerini
bulur.
Keyfi
olarak
yapılan
seçimlerle
şunlar
hadistir
ya da
hadis
değildir
diyerek
İslam
dininin
‘yaşamsal
alanını’
düzenlemek,
hele
Kur’anı
Kerim’den
sonra
‘Hadislere
hiç
gerek
yok’
şeklinde
abuk
sabuk
düşünceleri
yaygınlaştırmak,
size
soruyorum,
acaba
hangi
aklın
ürünüdür?
İşte
böylesi
ve
benzeri
durumlara-haksızlığa
karşı
tavır
alınıyorsa,
gerçekten
denecek
bir şey
yoktur.
Gerçek
anlamda
hak
arama
denen
şeyin
de, bu
itibarla
ortaya
konuşu
zaruridir.
İstenen
ve
beklenen
de
budur. |