Geçtiğimiz hafta içinde ilginç bir şekilde Yahudilerin
‘Hannukka’ sı, Hıristiyanların ‘Kristmas’ı
ve İslâm âleminin ‘Hac’ bayramlarının çakıştığına
tanık olduk.
‘Hannukka’
İbranice ‘Işıklar bayramı’ anlamında, aralık ayının
sonunda sekiz günlük bir sürede kutlanır. İÖ 164
yılında Kral IV. Antiokos’a karşı kazanılan zafer
anısına kandilli törenler düzenlenir. Simgesi, yedi
kollu ‘Menorah’ denilen bir şamdandır. Halen
İsrail devletinin de bir simgesidir.
‘Kristmas’ı
Hıristiyanlar doğum günü olarak 24 Aralık’ta kutlar.
Yılbaşında çam ağacının ışıklandırılması, Noel Baba’nın
çocuklara hediye vermesi bir geleneğin uzantısıdır.
Yahudilerin ve Hıristiyanların bayramları takvim
sürecinde değişmezliğini korurken, Arapların ay takvimi
kullanması nedeniyle, behimet’ul-en’am dedikleri
‘Kurban bayramı’ aynı günlere denk düşmüştür.
Aslı “Ramazan bayramı” ve “Hac bayramı” olan bu günlerde
camilere mahyalar kurulması, ‘Hoş geldin Ramazan’
veya benzeri ifadelerin yazılması, bayramlarda çocuklara
şeker, para ve hediye verilmesi, orijini Hac olması
gerekirken, söz konusu işlevin sadece bir rüknü olan
kurban kesimi dolayısıyla adının ‘Kurban bayramı’
olarak değiştirilmesi acaba hangi gelenekler ile
açıklanabilir dersiniz? (Kurban kesilmesi ile ilgili
detaylı bilgilere ‘Kevser Suresi’ isimli yazımda
değinmiştim. Dileyenler, bu yazıyı okuyabilirler. Bu
nedenle detaylara girmeyeceğim.) Nereden bakarsanız
bakın, toplumsal olaylarda bir gecede hiçbir şey
değişmeyeceğine göre, nice yıllar halkın beyin
süzgecinden geçip bu günlere geldiğini, zaman içinde
şartlanmalarla bu ifadelerin yerleştiğini söylemek
mümkün.
Devam ediyorum…
Üç dinin bayramının kesişmesi (yaklaşık otuz beş senede
bir) yanında ilginç olabilecek ve uzun yıllar
hafızalardan silinmeyecek bir olayı da gözlemledik.
Saddam Hüseyin’in asılması!
Hac bayramının ilk günü idam edilen Saddam, artık
birçok insan için bir simge. Bu ne sonuç getirecek?
Bakalım göreceğiz. Ne var ki mevcut olan kaos, keşmekeş
artarak uzun bir süre devam edeceğe benzer. Asılma da bu
olayların tuzu biberi oldu denebilir. Çünkü infazın
gerçekleştiği cumartesi sabahından beri dünya medyasının
gündeminin ilk sırasında Saddam var.
Ben, devrik lider Saddam’ın asılması meselesine
siyasi değil, dinsel bir yaklaşımla değinmek istiyorum.
Saddam, yakalandığı yerde şaşkın bakışlarla etrafını
gözetlerken, tüm dünya onun ne kadar korkak bir lider
olduğu kanısına varmıştı. Büyük bir zan içeren fikirler
ortaya atıldı ve kolayca paylaşıldı. Ancak, sonuçta
hemen herkes yanıldığını anlamak zorunda kaldı. Zira,
Saddam korkmamış şaşırmıştı. Korkmak başka, şaşkınlık
başka şeydir. Sapla samanı ayırmak lazım. Nitekim, böyle
olmadığı uzun süre sonra da olsa görüldü.
Mahkemedeki cesur tavırları, asılmasına saniyeler kala
gösterdiği soğukkanlılığı ve müthiş performansı, taraflı
tarafsız hemen herkesin kalbinde derin bir yara açtı,
içini burktu. (Irak’ın işgaline başlandığı günde
Saddam’ın öldüğünü, bir kefene sarıldığını rüyamda
görmüş, yanımdaki dostlara “herhalde bu işin sonu iyi
olmayacak” demiştim.)
Büyükler; ‘Allah son nefesinde iman nasip etsin’
derler.
Ben, Saddam’ın avukatı/taraftarı olmadığım gibi,
yaptıklarını da beğeniyor değilim. Kişi yarattığı
durumların kötülüklere yol açabileceğini maalesef
düşünemiyor. O da bunun farkında. Ama neticede insanız.
Ne olursa olsun, son nefesinde Hz. Muhammed’in
ismiyle öldü.
Böylesine bir son, her insana nasip olan bir şey
değildir. İsteseniz de olmaz. Başını secdeden
kaldırmayanlar bile ölürken şahadet edemeyebilirler.
İnsanların yaptıklarıyla değil, Allah’ın takdiri ile bir
yere vardığını ve Hz. Musa’ya asi olan
Firavun’un dahi son anda iman edip ‘cennete
gittiğini’ dikkate alırsak, gözünü kırpmadan ölüme
giden Saddam için de benzer şeyleri söylememiz mümkün.
Çünkü o sokakta başıboş gezen biri değildi.
Kanaatim bu.
Sevgiyle kalın. Allah’a emanet olun. |