Haset denen duygu

   

Kuran-ı Kerim'in insanı eğitmeye çalıştığı en önemli konularından biri, içini ve günlük hayatını yakıp kül eden, kıskançlığın daha da koyusu olan haset duygusu ile alakalıdır.

Şimdi, tutarlı ve titiz kriterlerle konuyu ele alalım.

 

Onlara Âdem’in iki oğlunun haberini, Hak olarak anlat... Hani ikisi de birer kurban takdim etmişlerdi de, birinden kabul olunmuş, diğerinden kabul olunmamıştı... (Kabul olunmayan Kabil)şöyle dedi: "Kesinlikle seni öldüreceğim"... (Kabul olunan Habil)ise: "Allâh yalnızca muttakilerden kabul eder" dedi. (Ahmed Hulûsi- Kur’an-ı Kerim Çözümü/ Maide- 27)

 

Burada Allah, öncelikle haset etmenin ne kadar kötü, çirkin ve lüzumsuz bir davranış olduğunu, dedikodudaki gibi toplumu bölük pörçük ettiğini, başarıya muhtaç olan insan yaşamında açtığı silinmez yaraları, somut bir örnekle bizlere yansıtmaktadır.

 

Bizler, ilk insanı öldürme olayının haset yüzünden çıktığını, asla öngörülmeyen ve büyük günahlardan biri olarak kabul edilen bufiilin arkasında, çok berbat bir duygunun yattığını, bunun ne kadar önemli, üzerinde durulması gereken bir şey olduğunu, özetlemek gerekirse, bu olumsuz hal ile devam eden ilişkilerin insanı bir yıkıma sürüklediğini böylece fark ediyoruz.

 

Bir anlamda haset, yoluna devam edecek olanın, yolunu engelliyor, hayatını karartıyor.

 

İnanan kişi gıpta ederken, inanca karşı çıkan münafık, kendi benliğinde ikinci bir kişilik yaratarak ne yazık ki haset ediyor. Haset içinde yaşayanlar, kendisinde olmayan, ama başkasında gördükleri üstün değerlerden ötürü ilginç bir biçimde rahatsız oluyorlar. Hiç de yumuşamıyorlar. Ve hemen her şeyi kendi bakış açıları üzerine inşa ediyorlar.

Gıpta, başkasında olanı hayranlıkla izlemek ve kendisinde de olmasını dilemektir. Bu duygu içinde olanın duaları bu tür dileklerle süslüdür.

 

Narin, güler yüzlü insan profili çizen bir fâni, Allah’ın iradesine uygun işler peşindedir. Yaratanından bunu ister. Başka işlere tevessül etmez, yanlış yollara sapmaz.

 

Ama bu menfi duygu ile hareket eden kişi, özellik arz eden değerli şeylerin, sadece kendisinde olmasını arzular, başkasında olmasını istemez.

 

Söz konusu durum, haset edende maalesef bir paylaşım söz konusu olmuyor izlenimi verir.

 

Böylece bir kaos ortamına neden olduğu içindir ki, bütünlüğü perdeler, tasvip görmez. Kişinin başına yeni dertler açar.

Haset, çekememezlik ile kıskançlık duygularının yoğunlaşması, zirve noktaya ulaşması ile meydana gelen yakıcı, ama daha farklı olumsuz bir niteliktedir.

 

Şöyle ki, bir insan kıskanabilir, fakat bu olumsuz halini belli ölçülerde tutmayı başarabildiği takdirde, zararı olmaz. Haset duygusu ise çoğunlukla kuvveden fiile çıkar ve varlığını hissettirirken, çoğu kimseyi ezer.

 

O nedenle Cenab-ı Hak, Felak Suresi'nde; “Haset edenin, hasedinden kendisine sığınılmasını” öngörmektedir.

Çünkü kişi, bahsi geçen ağa takılacak, kendi potansiyeli ile bu işin altından kolay kolay kalkamayacaktır. Dolayısıyla hasedin kötülüğünü yok edebilmek, ancak farklı bir boyuta geçmek (sığınmak) ile mümkün olabilecektir.

 

Bu duygu kuvveden fiile çıkıp davranışa dönüşünce; kin, gazap ve şiddete dönük düşmanlıkgibi diğer halleri de coşturur.

Haset denilen kavramdan dem vururken, ben şahsen “nazar ile haset” duygusunu karıştıranlara katılmıyorum.

Benzer kavramlar gibi görünse de ikisi ayrı şeylerdir.

Nazarda her zaman mutlaka kötü bir düşünce aranmamalıdır. Çünkü yoktur. Örneğin, iyi niyetli bir insan, güçlü beyin dalgaları ile bir kişiyi istemsiz olarak etkileyebilir. O zaman, bu durumda "nazar değdi" diyebiliriz. Bir bakıma, çok farklı görünen bu sinyallerin nelere gebe olacağını kestirmek kolay olmaz.

 

Ancak burada, haset etme gibi olumsuz bir düşünce bulunmamaktadır.

Haset eden, münferit dalgalarla kişiyi etkileyebilir, kayıt altına alabilir. Nazarda da bu işlem aynen geçerlidir. Ancak aradaki tek fark, nazarın daha etkili oluşu beyni kilitlemesi, ölüme dahi sebebiyet vermesidir.

Hatta bir atasözü vardır: "Nazar insanı mezara, deveyi kazana sokar" derler.

İşte, sebebi budur.

Haset, eyleme dönüşse bile bazı olumsuzluklara neden olur, ama sonuçta orda kalır.

Haset, maddi bir şeye karşı duyulabileceği gibi, mana alanında dahi kendine yer bulur. Dost gibi görünen kimselerde, kendini ilim adamı gibi görenlerin aralarında, kısacası her türlü konumda, zayıf karakterli insanların bir zaafı olarak varlığını sürdürür.

 

Etrafında kaygı, korku, hatta paranoya üretebilir.

 

Nitekim, Nisa Suresi'nin 52, 53 ve 54. ayetlerinde Nebi ve Rasullere, hikmet sahiplerine, sıradan olaylarla nasıl haset edildiğini anlatmaktadır.

 

Değişik mezhebe, farklı inanca mensup kişiler de birbirlerine haset edebilirler. Bakara Suresi’nin 109. ayetinde bu tip hasete değinilmektedir.

 

Başka inanç sistemini benimseyen kişilerin, Müslümanları kendi dinlerinden çıkarmaya çalışabileceklerine dikkât çeken Mutlak Yaratıcı, bu olumsuzluğu, haset etmeleri dolayısıyla yaptıklarına işaret etmektedir.

Hz. Muhammed'in (s.a.v.) inzal olunan bir Rasul olduğunu bildikleri halde ona inanmamakta direnen başka dinin mensuplarının da haset duygusu ile hareket ettikleri görülmektedir.

 

Şurası muhakkak ki bütün ilahi dinler ile birlikte, İslâm dininde de şefkât, hoşgörü ve iyilik esastır.

 

Şefkât ve merhamet, gıptayla yaklaşmayı ve dostluğu öngörür, hasetin önünü keser.

 

Anlatılanları özetleyebilecek olursak, Allah, bizleri “haset edenin şerrinden” korusun derim.

Bilmem bana katılıyormusunuz?

 

Arkadaşına gönder 

 

 

Paylaş