Her faninin başına gelecekler

Click to read english...

     “Muhakkak ki onlar bir hesap (yaşamlarının sonucunu) ummuyorlardı (Nebe-27)”

     Bu uyarı, sanırım her faninin “ölümü ve yaptıklarının neticesini” tadacağı anlamına geliyor.

     Şaşmaz mistik bir kural böyle.

     İtiraz etmenin, direnmenin mantığı var mı, bilemiyorum.

     “Her faninin ölümü tadacağı ortada.” İnsan bunu istemeden de kabul etse, iş burada bitmiyor; kabir, kabir âlemi ve berzah boyutu onu bekliyor.

     Ne ki, öte yaşamın, zorlukların olacağı büsbütün belli iken isteklerinden, tahakküm arzusundan ve bir başkasını tüketme, bitirme-yok etme histerisinden bir türlü sıyrılamıyor.

     Duyguları ağır bastığından, kendine uymayanı, rakip (hasım) olarak belirliyor yani alternatifini yok etmeye çalışıyor.

     İtiraz eden, takdire direnen, başkalarının hakkını yiyen ve elini hayatın kirinden kurtaramamış, istediğine istediği kadar zulmetmiş, tahdit ve tehdit koymuş, beğenmediğinin kimliğini ve kişiliğini ezmiş olanı-gerçekleri okuyamayanları, pek iç açıcı bir akıbet beklemiyor.

     Bu mu isteğiniz?

     Direnirsiniz, direnmezsiniz; sizin bileceğiniz iş!

     Ama sonuç bu!

     Nihayetinde bir gün sıra size de gelecek. Bir beşer olarak yaptıklarınızın neticesi ile karşı karşıya kalacaksınız.

     “Hayır” diyemezsiniz.

     Böyle bir hakkınız yok!

     O yüzden, hiç ayrım yapmadan; hemen herkesi, önceden uyarıyor Kur’anı Kerim!

     Vicdanın sesini duymasını,  hareketlerinde bedeninin kontrolünü yapmasını, iyice bir düşünmesini, izafi nefsinin bu başını dikme, kafa tutma refleksinden kurtulması gerektiğini ve bunun nerden kaynaklandığını gözlemlemesinin elzem olduğunu bildiriyor.

     Ve birey haklılık, muhakeme, meşruluk çerçevesinde, detaylı bir öz eleştiri, her an bir muhasebe yapmak zorunda.

     Duygularına uymayan zamanda bile “muhatabının hakkını” vermesi, onun yaptığı ters gibi görünen şeylerin, nedenlerini, niçinlerini düşünmesi şart…

     Bu yüzden, sağduyu sahiplerinin, “ben daima haklıyım diyenlerin sözlerine pek itibar etmedikleri, inceden inceye eledikleri bilinen bir gerçek.

     Ama bütün bu koşullar bir yana, onlar bir kalemde insanları silip atmıyorlar.

     Esasen, doğru tahlil, tespit ve analiz yapmaya gayret ediyorlar.

     Zira sebep kadar, sebebi oluşturanı da değerlendiriyorlar.

     Ancak bu araştırmacı türler, bir yerde haklı bir meşruiyet içinde oluyor.

     Bu anlamda “aracın, amaçtan bağımsız” olmadığı gerçeği çıkıyor ortaya.

     Bütün bu faktörlere rağmen, otoriter bir kimlikle, boyun eğdirme işlevi, adet haline geliyorsa bunun pek izah edilecek tarafı olmuyor.

     Bu takdirde “vay bunu yapan kişinin haline” demek gerekiyor.

     Ne olur Allah rızası için itirazı, direnmeyi, taşlaşmayı yapan; bir gün mutlaka sonuçlarıyla karşılaşacağını düşünse!

     Gerçeği, sistemi kavramaya özen gösterse ne olur?

     Öte yaşamı bırakın, dünya hayatında dahi baskıya uğrayan, duruşuyla mazlum olduğunu gösteren, bir şekilde bunu yapana hatırlatır; müdahale ile kuşatıldığını; bunu hak etmediğini düşündürtür insana.

     Ne var ki; insanoğlu, dünyaya kazık çakacakmış gibi, “duygularından” bir türlü vazgeçemiyor, kibirden kendini alıkoyamadığı gibi; başkasının hayatının içine etmekten de uzak duramıyor.

     İnançlı olanlar; her yerde dininden, faziletlerinden bahsedenler, belki ne demek istediğimi anlar.

     O nedenle; her insan kendini analiz etmeli, duyarlı olmalı, lastiği patlamış araba gibi sağa sola savrulmamalı derim.

     Yaptıklarının sonucuna katlanmak istemiyorsa, bunu gerçekleştirmeli!

     Zira bu tat hiçbir şeye benzemez, hiçbir yerde bulunmaz.

     Belki cehennemde “zakkum ağacının” tadı gibidir.

     Bu da işin gerçek yanıdır.

 
 
 

 

 
 
İstanbul - 24.11.2010
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com