Her Şey Allah’ın Kontrolünde
Ahmed F. Yüksel
 

İnsanların mutlak bir iradenin yanında, “cüzi olanına sahip çıkması” ve bir tanrı anlayışına dayalı olarak kendince anlaşılmaz sistemleri icat etmesi; avam anlayışında ve klasik yaklaşımlarda kabul edilebilir bir düşünce tarzı olsa da bugünkü koşullarda, pozitif bilim ışığında, artık bir değer bulması olanaksız gibi görülmektedir.

Hayata bakış, beş duyu ile değerlendirildiğinde cüzi bir iradenin varlığı mümkün gibi dururken özellikle kuantum felsefesinin yansıttığıbütünlük kuramı karşısında, bu görüş  çok bariz şekilde yok olmak zorundadır.

Bu noktaya varıldığında kısaca değinilmesi yararlı olacak mesele; varlığın tümelliği yanı sıra, Allah’ı özünde bulmak, yani nefsinde mevcut olan Allah’ı algılamak ve O’nun izni olmadan herhangi bir eylemin gerçekleşmeyeceğini düşünmek olmalıdır.

Dolayısıyla Ekberiyeti her şeye hâkimdir. Her şeye gücü yeter, ‘O’ yücelerin yücesi bir varlıktır.

Bu konuyu biraz açmak gerekirse şöyle demek mümkün: İnsanoğlu herhangi bir olayda yardım istenecek tek gücün Allah olduğunun farkında olmalı, O’nu veli edinmelidir.

Buna ek olarak, Allah’tan başka, yardım istenecek hiçbir şeye ve hiçbir güce ihtiyaç duymaz.  

Gerçek manada Allah’a teslim olma denen şey budur.

Bu şekilde düşünen birey, kendi başına çok önemli bir adımı atmış olacaktır.

Sözünü ettiğimiz insan, başına gelen olumsuzluklarda, tek bir an dahi endişeye kapılmaz, üzülmez, sıkılmaz. Hiç kimseyi de kınamaz.

Toplumsal yapıya göre olumlu veya olumsuz diye nitelenen tüm olayların Allah’ın izni ile gerçekleştiğinin farkındadır. Aksini düşünürse, yaşamı karmakarışık bir seyir halini alır, şirk içeren ve çok büyük önem arz eden hususa dayanır.

Şayet zor koşullarda, Allah’ın hikmet ve kudreti hissedilemiyor, içten içe bir rahatsızlık duyuluyorsa, bu olsa olsa inanç duygularından yoksun olanın bir duruşu şeklinde kabul edilir.

Bu mantığı sürdürmekte kararlı olan kimselerin, tedirginlikle, “haklı” ,“haksız” gibi kavramlarla uğraşmak yerine, biraz olsun izan göstermeleri veya cehaletten kurtulmayı ummaları yerinde olur.

Birey şayet kendini toparlayamazsa başıboşluk, karamsarlık onun peşini hiç bırakmaz. Uzatmalı ve girdaplı ıstırabı gün be gün devam eder durur. Ayrıca, iç güzelliğin ihtişamını bozmak için ne gerekiyorsa onu yapmaya teşebbüs etmekten de kaçınmaz.

Konuştuğu üç kelimeden ikisinin yanlış ve gereksiz olduğunu kabul etmez. Düşündüğü şeylerin hiçbirinin işe yaramadığı görülür. Çevresine kibir ve küçümseme ile bakar.

Halk arasında sıkça kullanılan ‘Görünen köy kılavuz istemez’ şeklinde bir atasözü vardır:

İşte durumları bu  sözle özdeşleşir.

Oysa Allah’ın yarattığı her şeyde, inanan için pek çok hayır vardır. İlk etapta öne çıkan ve sorun gibi kabul edilen durumların, sabırla izlendiğinde, insanın yararına olduğu görülecektir.

İşte gerçek imana sahip bir mahal, yaşamının her anında bu mantık-bilinçle hareket eder. Özetle söylemek gerekirse, elbette ki insan için her işin altında mutlaka bir hayır bulunmaktadır.

Yukarıdaki izahımızın ışığında; Allah’a iman, keyfî olarak kullanılabilecek bir terim değildir, dersek herhalde doğruyu söylemiş oluruz.

İnsanoğlu ‘Öz bilinç değerlerine’ sahip çıkarak, tutkulu, akılcı ve birleştirici bir şekilde “Allah her şeye kadirdir” dese, koşullanmış yapısından uzaklaşsa ve bu değişim/hoşgörü içinde yaşantısını sürdürse, ne kadar iyi olur.

 

 
 
İstanbul - 22.02.2009
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com