İnsanların mutlak bir iradenin yanında, “cüzi olanına
sahip çıkması” ve bir tanrı anlayışına dayalı olarak
kendince anlaşılmaz sistemleri icat etmesi; avam
anlayışında ve klasik yaklaşımlarda kabul
edilebilir bir düşünce tarzı olsa da bugünkü koşullarda,
pozitif bilim ışığında, artık bir değer bulması
olanaksız gibi görülmektedir.
Hayata bakış, beş duyu ile değerlendirildiğinde cüzi
bir iradenin varlığı mümkün gibi dururken özellikle
“kuantum felsefesinin yansıttığı” bütünlük
kuramı karşısında, bu görüş çok bariz şekilde yok olmak
zorundadır.
Bu noktaya varıldığında kısaca değinilmesi yararlı
olacak mesele; varlığın tümelliği yanı sıra, Allah’ı
özünde bulmak, yani nefsinde mevcut olan Allah’ı
algılamak ve O’nun izni olmadan herhangi bir eylemin
gerçekleşmeyeceğini düşünmek olmalıdır.
Dolayısıyla Ekberiyeti her şeye hâkimdir. Her
şeye gücü yeter, ‘O’ yücelerin yücesi bir
varlıktır.
Bu konuyu biraz açmak gerekirse şöyle demek mümkün:
İnsanoğlu herhangi bir olayda yardım istenecek tek gücün
Allah olduğunun farkında olmalı, O’nu veli
edinmelidir.
Buna ek olarak, Allah’tan başka, yardım istenecek hiçbir
şeye ve hiçbir güce ihtiyaç duymaz.
Gerçek manada
Allah’a teslim olma denen şey budur.
Bu şekilde düşünen birey, kendi başına çok önemli bir
adımı atmış olacaktır.
Sözünü ettiğimiz insan, başına gelen
olumsuzluklarda, tek bir an dahi endişeye kapılmaz,
üzülmez, sıkılmaz. Hiç kimseyi de kınamaz.
Toplumsal yapıya göre olumlu veya olumsuz diye nitelenen
tüm olayların Allah’ın izni ile gerçekleştiğinin
farkındadır. Aksini düşünürse, yaşamı karmakarışık
bir seyir halini alır, şirk içeren ve çok büyük önem arz
eden hususa dayanır.
Şayet zor koşullarda, Allah’ın hikmet ve kudreti
hissedilemiyor, içten içe bir rahatsızlık
duyuluyorsa, bu olsa olsa inanç duygularından yoksun
olanın bir duruşu şeklinde kabul edilir.
Bu mantığı sürdürmekte kararlı olan kimselerin,
tedirginlikle, “haklı” ,“haksız” gibi kavramlarla
uğraşmak yerine, biraz olsun izan göstermeleri veya
cehaletten kurtulmayı ummaları yerinde olur.
Birey şayet kendini toparlayamazsa başıboşluk,
karamsarlık onun peşini hiç bırakmaz. Uzatmalı ve
girdaplı ıstırabı gün be gün devam eder durur.
Ayrıca, iç güzelliğin ihtişamını bozmak için ne
gerekiyorsa onu yapmaya teşebbüs etmekten de kaçınmaz.
Konuştuğu üç kelimeden ikisinin yanlış ve gereksiz
olduğunu kabul etmez. Düşündüğü şeylerin hiçbirinin işe
yaramadığı görülür. Çevresine kibir ve küçümseme
ile bakar.
Halk arasında sıkça kullanılan ‘Görünen köy kılavuz
istemez’ şeklinde bir atasözü vardır:
İşte durumları bu sözle özdeşleşir.
Oysa Allah’ın yarattığı her şeyde, inanan için
pek çok hayır vardır. İlk etapta öne çıkan ve sorun gibi
kabul edilen durumların, sabırla izlendiğinde, insanın
yararına olduğu görülecektir.
İşte gerçek imana sahip bir mahal, yaşamının her anında
bu mantık-bilinçle hareket eder. Özetle söylemek
gerekirse, elbette ki insan için her işin altında
mutlaka bir hayır bulunmaktadır.
Yukarıdaki izahımızın ışığında;
Allah’a iman, keyfî olarak kullanılabilecek bir terim
değildir, dersek herhalde doğruyu söylemiş oluruz.
İnsanoğlu ‘Öz bilinç değerlerine’ sahip çıkarak,
tutkulu, akılcı ve birleştirici bir şekilde “Allah
her şeye kadirdir” dese, koşullanmış yapısından
uzaklaşsa ve bu değişim/hoşgörü içinde
yaşantısını sürdürse, ne kadar iyi olur. |