Heykellerin hikayesi

      

     İki komşu ülkenin hükümdarı, birbirleriyle savaşmaz, ama her fırsatta zekâ oyunlarıyla birbirlerini taciz ederlerdi. Bu da doğum günleri ve bayramlarda karşılıklı ilginç hediyeler göndererek zekâ gösterisi yapma şeklinde olurdu.

Hükümdarlardan biri, bir gün ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı. İstediği, birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeliydi. Aralarında tek bir fark olacak, ama bu farkı sadece ve sadece ikisi bilecekti.      Günler ayları kovaladı, sonunda heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi. Bir de mektup yollanmıştı. Şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: "Sevgili Dostum, doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri, diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana da haber ver."

     Hediyeyi alan hükümdar, bu jeste önce çok sevindi ama sonra da sinirlendi. Komşu, yine akıl almaz bir bilmeceyle onu köşeye sıkıştırmıştı. Hemen heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel, gramına kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı. Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler, ama aralarında bir fark göremediler.

     Günler, aylar geçti. Her geçen günle birlikte hükümdarın sabrı taşıyordu, ne var ki cevabı bir türlü bulamıyorlardı. Bütün ülke seferber olmuş, fakat bir çözüm üretilememişti. Sonunda, hükümdarın zindana attırdığı isyankâr genç de bu durumu öğrenmişti. Genç, çözümün kendisinde olduğunu söyleyen bir haber uçurttu hükümdarına. İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı. Başka çaresi kalmayan hükümdar, ona da bir fırsat vermek istedi. Aylar geçip de komşu hükümdara sevinçli haberi yollayamamak kendisini kahrediyordu.

Delikanlı, önce heykelleri saatlerce inceledi, sonra da çok ince bir tel getirilmesini istedi. Teli birinci heykelciğin kulağından soktu, ağzından çıkardı.

     İkinci heykele de aynı işlemi yaptı. Tel bu kez diğer kulaktan çıktı. Üçüncü heykelde tel, kulaktan girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı. Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye gitmiyordu. Hükümdar, heykelleri gönderen komşu hükümdara cevabı, büyük bir gururla yazdı:

     "Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir. Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir. En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır…’’

     Bu mesajdan sonra, düşünme sırası tekrar diğer hükümdara geçmişti…

     Değerli dostlarım! Hikâye böyle… Dersler ise çok yönlü…

     Günümüzde, sorunlar da böyle farkındalık alanında, bilinç düzeyinde algılanabilse çözülse. Ders alınabilse.      Şiddete başvurulmasa. Dünya yaşamı yanı sıra mistik yaşamda, rekabetin en hızlı olanında bile yıpratıcı olmak yerine, ileriye yönelik olumlu eleştiriler yapılsa...

     Bazı kimseler, bazılarının sesini duyabilse, ön yargı ile hareket etmeyip diğerlerine fırsat tanısa ve onların fikirlerini yüreklendirse. Belki o çok güvenilen kişiler soruna çare bulamazken, hiç umulmayan biri soruna çözüm olabilir, diye düşünebilse.

     Ve sadece konuşmak yerine, dinlemeyi de bilebilse, paylaşabilmeyi de. Çünkü karşısındakine değer verip onu dinlemeyi bilen, her zaman kazanmıştır.

     Öyle bir yaşasak ki  ‘keşkeyi’ hiç kullanmasak…

     Farkındalık alanında değerlendirebilsek…

     Mantığımızı kullanabilsek…

     En azından kullanmayı denesek...

 

Arkadaşına gönder 

 

 

Paylaş