Yakınınızda veya
uzağınızda işleri doğru dürüst gitmeyen, aradığı sevgiyi
bir türlü bulamadığından ötürü hayata küsen, önemli
sağlık sorunları bulunan, yaşama mücadelesi veren,
takdiri İlahi gereği genç yaşta yakınlarını kaybetmiş
bir yığın mutsuz ve umutsuz insan vardır. Devamlı olarak
‘ürkütücü bir şekilde geçmişe yolculuk’ yapan bu
insanların hem bireysel hem de toplumsal anlamda
umutlarını korumaları gerekir ki yaşama dönebilsinler,
kendileri için yeterli motivasyonu temin edebilsinler.
Korku ve Umut
arasında deli danalar gibi dolaşan bu kimselerin ruh
halleri nedeniyle bazı hataları olabilir. Bizim yapmamız
gereken yegâne şey, onları savsaklamadan sıcak bir
iletişim kurmak, akla, gerçeğe dayalı bir şekilde ve
hoşgörüyle davranmak olacaktır.
Bu bir toplumsal görevdir. Karşılık beklemek de doğru
olmaz.
Böylesine bir eylem için, (her alanda olduğu gibi)
örnek alınacak tek insan tartışmasız, Efendimiz Allah
Rasulü (s.a.v) olmalıdır.
Yeri gelmişken, Allah Rasulü Hz Muhammed’in
(s.a.v) bizlere ulaşan hoşgörüsünden dilim döndüğünce,
bir nebze olsun bahsetmek istiyorum.
O; kapıyı çalan ihtiyaç sahibi hiçbir insanın talebini
geri çevirmez, “Es selamu aleykum ya Resulullah”
deyip selam verildiğinde, selamı alır, yanıtını
verir, kimseye küsmez/darılmaz, sırtını da dönmezdi.
Kişinin halini hatırını sorar, ihtiyacını giderir, şayet
morali bozuksa fark ettirmeden onu olumlu havaya sokan
sözler söylerdi. Allah Rasulü’nde hiç kimsede
bulunmayan bir anlayış hâkimdi. Efendimiz’in
(s.a.v.) engin ve sonsuz şefkâti bunu göstermektedir.
Mekke’de
kendisine yapmadığını bırakmayan insanları
bağışlamasını, secde anında başından aşağı hayvan
işkembelerini bırakanları affedişini, geçtiği yollara
ayağına batması için dikenler serpenleri bile bağrına
basışını, Taif’te kendisine yapılan zulme rağmen
hiç kimsenin helakını istemeyişini, ne adına ve niçin
taşladığını bilmeyen gariplere/zavallılara/çocuklara
dua edişini, “Allahım onlar beni bilmiyorlar;
bilselerdi böyle yapmazlardı” diye yalvarışını,
hanımı Hz. Aişe’ye ifk hadisesinde iftira
atanları kınamayışını, Hz. Hamza’nın ciğerini
yiyen Vahşi’yi dahi duygularına kapılmadan İslam’a
kabul edişini ve daha nicelerini yaptıkları fahiş
hatalara rağmen bağrına basışını, ‘ben zina yaptım’
diyen birini ceza görmemesi için başından bir iki kere
savışını okuyor, biliyor ve onu tartışmasız ‘Bir
Hoşgörü Abidesi’ olarak kabul ediyoruz.
Çünkü bizim yaşamaya gayret etmemiz gereken, ama hiç de
başaramadığımız bu vasfın O’nun hayatından hiç eksik
olmadığını gözlemliyoruz.
Sadede gelelim!
Şimdi biri çıkıp bizlere açıklayabilir mi?
Rasulullah’ın sahip olduğu
bu eşsiz ahlaka ulaşmanın yolu nedir?
Veya yukarıda saydığımız O’na ait hoşgörü hareketleri
sözkonusu bizler olduğumuzda geçersiz mi kalmaktadır?
Tasavvuf kültürünün etkisine rağmen olumsuz önyargılara
sahip olanlar ve bu doğrultuda hareket edenler, söz
konusu ayrıntıları eni-konu düşünmeli, kendi potasında
yoğurmalıdır. |