Hikâye
meşhur…
Belh
şehrinin
şehzadesi
İbrahim
Ethem,
bir gün
hizmetçilerinden
birini,
muhteşem
yatağında
uyurken
yakalar.
Hizmetçi,
şehzadenin
yatak
odasını
temizlerken
yorulmuş,
bir
dakikalık
istirahat
ise uzun
bir
uykunun
kapısını
aralamıştır.
Şehzade,
bu
“densiz”
hizmetçiyi
o halde
görünce
öfkeden
deliye
döner ve
elindeki
asa ile
kızı
dövmeye
başlar.
Kız, acı
ile
fırlar
yataktan,
kendine
gelince
de
bağışlanmak
için
yalvarmaya
başlar:
“Etme
beyim!”
der,
dinletemez,
“aman”
diler,
durduramaz.
Gözyaşlarına
karışan
çığlıkları
sarayın
kubbelerinde
yankılanır.
Kız,
nice
zaman
sonra
ağlamayı
keser,
gülmeye
başlar.
Güldükçe,
İbrahim
Ethem
hiddetlenir,
hiddetlendikçe
zalimleşir.
Kız,
zalimin
elinde
eli yüzü
kan
içinde,
oradan
oraya
savrulurken
gülmesine
ara
vermez.
Nihayet
şehzade,
dövmekten
yorulur,
elindeki
asayı
fırlatıp
atar,
sedef
kakmalı
sandalyesine
yığılır
kalır ve
sorar:
“Ne
zamandır
dövüyorum
seni,
sense
gülmeye
devam
ediyorsun.
Dayaktan
aklını
mı
kaçırdın
yoksa?”
Kız,
kanlar
içinde,
çöktüğü
yerden
doğrulur.
Ama bu
kez
gülmez.
İbrahim
Ethem’e
diker
gözlerini.
Gözlerinde
nefret
değil,
çırılçıplak
bir
acıma
vardır.
Başlar
konuşmaya:
“Şu
güzelim
kuş tüyü
yatakta
beş
dakika
uyudum
uyumadım;
çektiğim
şu azaba
bak…
Sense
hayatını
bu
yatakta
geçirdin,
belki
son
nefesini
de
üzerinde
vereceksin.
Öbür
âlemde
neler
çekeceğini
düşünüyorum
da ona
gülüyorum
şehzadem…
der,
susar.”
Şehzadenin
içinden
bir ateş
topu
kopar,
bir dağ
yıkılır,
bir
güneş
batar,
bir
kâinat
doğar.
Sır,
kendini
açık
eder. Ne
yapacağını
bilmez
halde
kalkar
ayağa,
sonra
diz üstü
çöküverir
olduğu
yere,ardından
koşup
hizmetçi
kızı
kucaklar.
Sebep
olduğu
yaralarına
elleri
ile
merhem
sürer…
Sonra
kuş tüyü
yatak,
sedef
kakmalı
sandalye,
inci
işlemeli
kaftan
ve
asaletini,
kirli
bir
gömlek
gibi
üstünden
çıkarıp
atar.
Rivayet
o ki,
yoldan
geçen
bir
garibe
bağışlar.
Sonra
yoksulların,
yani
ayak
takımının,
yani
halkın
arasına
karışır.
Karışırken,
berrak
bir
zerre
gibi
ayrışır.
Bir
kopuş
hali,
nihayetinde
metamorfozdur
bu.
Şehzade
Ethem,
böylece
sufiye,
yani
İbrahim
Ethem
Hazretlerine
dönüşür.
Hikâye;
dilden
dile,
kıtadan
kıtaya,
çağdan
çağa
yayılır,
bugünlere
gelir…
Neredeyse
bin iki
yüz
yıldır
dillerden
düşmeyen
bu
menkıbenin
doğruluğu
şüpheli...
Ancak
gerçek
olan,
İbrahim
Ethem
Hazretlerinin
şanını
şöhretini
terk
edip
tefekkür
dünyasına
dalarak
İslâm’ın,
Kur’an’ın
özüne
inmesinin,
kendini
bulmasına
ve onun
büyük
bir
“veli”
olarak
anılmasına
neden
olmasıdır.
Onun
farklı,
cezbedici
yanı,
insanların
yapamayacağı
şeyi
gerçekleştirmesidir.
Gerçeği
görüp
gerekli
tedbirleri
alması,
ağır bir
bedel
ödeyerek
çeşitli
sıkıntılarla
boğuşması,
oldukça
anlamlıdır.
Ancak
aksiyonelliği
onu
saflaştırmış,
bedensellik
anlayışından
taşırarak,
arzu
edilen
noktaya
ulaştırmıştır.
Büyük
şöhretinden
ve maddi
imkânlarından
Allah
için
vazgeçebilmesinin
işareti
budur.
İbrahim
Ethem
Hazretleri,
maddi
dünyanın
egemenliğine
son
veren
görüşe
tercüman
olmaktadır.
Ortada
değinilmesi
gereken
bir
nokta
daha
var.
Evliya
olabilmek,
kendini
tanımak
için
bahsi
geçen
olayları
yaşamak
gerekiyor
mu?
Akla
takılan
soru bu.
Velilerin
hayatlarını
tetkik
ettiğimizde,
genellikle
bunu çok
net bir
şekilde
görüyoruz.
İbrahim
Ethem
Hazretlerinde
takdir
böyle
tecelli
etmiştir
demek
mümkün. |