İçgüdüleriyle yaşayanlar

     Tefekkür ve muhakeme yeteneğinden yoksun, aklını-zekâsını kullanamayan bir insanın yapageldiği yegâne şey, hayvani bir sezgi olarak tanımlanan içgüdüleri ile yaşamak olur.

     Şayet insanlar, kendi olmayı, huzurlu bir yaşamı bırakıp içgüdüleriyle hareket etme yolunu seçerse, diğer canlılardan pek bir farkı kalmaz denebilir.

     Gerçi herkesin zaafları olur. Ama bunu önlemek elindedir.

     Çünkü varoluş gayesini benimseyen bir insanın içgüdülerini yönetecek, onu doğru hislerle tanımlayacak iradesi ve bilgisi vardır. Bu tarz bir hayatı seçip huy ve karakter yapısını kontrol edebilen kişiler, toplum içinde hemen fark edilir.

     Ama toplumsal hayata zorlukla, tehditle, kaba sözlerle yaklaşımda bulunan dengesizler çoğunlukta. Bir bakıyorsunuz fikre, fikirle karşılık vereceği yerde, ortalık toz duman olmuş. Onlar bu tür davranışlarıyla toplumu ne kadar tedirgin ettiklerinin farkında bile olamıyorlar. Haliyle, bütün melanetlerin içinde yer alıyorlar.

     İşte bu gerçeğin altında yatan neden, içgüdülerle hareket etmektir.

     Kendini frenleyemeyen, hayata adapte olmaktan mahrum bu bedbin-zavallı insanlar, sırf arzularının gerçekleşmemesi durumunda, bir bakıyorsunuz başkalarının yaşamına son verebiliyorlar.

     Savunma amaçlı olarak “sevgime karşılık vermedi, bu nedenle onu öldürdüm!”deme kolaylığını ve cesaretini gösteriyorlar.

     Ne oluyor?

     Nedir bu vahşet?

     Güya kendilerine ait olanı istiyor, alıyorlar. Öfkelerini topraklayamıyorlar veya başka kanallara dökemiyorlar.

     Ateş düştüğü yeri yakar, derler. Sonrası hatırlanmıyor, izi bile kalmıyor.

     Ve içgüdüsel davranışlar, adeta bir ahtapot gibi her şeyi sarıyor.

     Hatta birbiriyle hiç ilişkisi yok gibi görünen insanları dahi bir anda etkisi altına alabiliyor.

     Sosyal-Mental hayvan yaşamına sahip insanlardaki durum genellikle bu.

     Yalan söylememe veya dürüst olma yeteneği ise bu tip travmaların oluşmasını kısmen önlüyor.

     Çünkü bir denge ve sağlık oluşturuyor.  

     Bu aşamada akla gelen sorular şunlar:

     Doğduğumuz andan itibaren, eğer ormana terk edilmiş vahşi bir çocuk değilsek, neden böyle oluyor?

     Bir kişi başka birini anlamadan, iletişim kurmadan sevebilir mi? Yahut sevse nereye kadar sever?

     Sevgisi karşılık görmüyorsa ve bunu içine sindiremiyorsa kişi ne yapmalıdır?

     Unutulmamalı, sevgi bir çekim gücüdür. Güçlü bir manyetik alanın, kendisinden daha az güçlü olanı çekme gücüyle başlar ve karşılıklı saygı anlayışıyla netlik kazanıp devam eder.

     Bahsi geçen etmenler yoksa sevgi de olmaz…

     Önüne geçilmeyen ve kökeni hayvani hislere dayanan olaylara maalesef hemen her zaman her yerde tanık oluyoruz.

     Bugün sürüp giden çatışmalar da zaten bu temelin üzerine oturuyor.

     Kesinlikle bu hayat biçimine-kaosa bir savaş açmak gerekir.

     Sadece bu kadar değil tabi ki…

     Belki saldırganlık şeklinde değil, ama duygusal tatmin peşinde koşanlar da hesapsız eylemleri ile ortalığı allak bullak ediyor.

     Ve bizler, aşırı derecede başımızı ağrıtan, uykularımızı kaçıran sorunlarla boğuşmak zorunda kalıyoruz.

     Gerçek olan şu ki, çözüm aşamasında önce içgüdülerin kontrol edilmesi gerekiyor.

     Aksi halde, çözümsüzlük devam edip durduğu gibi, zan altında bırakılmalar, anlamsız kırgınlıklar yaşanabiliyor.

     Bu seviyede birilerinin birilerine menfaat temini için baskı kurmasına imkân tanımamalı.

     Buna çanak tutanlar, istemeden de olsa beklenmeyen yanlışlıklara sebebiyet veriyorlar. Bu tip davranışlar, dünyanın her yerinde olduğu gibi bizde de halktan destek bulamıyor.

     Çünkü insanlar gerçeği görüyor.

     Şurası muhakkak ki içgüdüleri ile yaşamayı alışkanlık haline getirenlere laf anlatmak, epeyce zor.

     Onlar, otokontrol yapmadan, aklına estiği gibi hareket ederek, birlikte oldukları insanlara zor anlar yaşatabiliyorlar.

     Belli ki sevgi, içgüdülerle ortaya çıkıyor ve karşılık bulamıyorsa, bir yerde, beklenen sonuç genelde bu oluyor.

     Bu tür vakalarda AMİGDALA yeteri ölçüde gelişmediği için görevini yapamıyor ve o insan hiçbir şeyden korkmuyor, hatta acımasızlığın lezzetini bile tadıyor.

     [Hindistan’ın Kaşi nem beldesinde birini gördüm.

Sene 790 idi…

Oranın büyüklerinden üç kişiyi ayrı-ayrı yerde taammüden öldürdü.

Birini öldürünce koşup öbürüne gitti. Daha sonra da öbür kalanı öldürdü.

Böylece üç kişiyi hakladı.

Yakalanıp boynu vurulmak üzere getirilince, yanına vardım;

Ne yaptın böyle?

Deyince bana şöyle dedi;

Ben öyle güzel bir şey yaptım ki sorma…

Böyle söylerken, yaptığı işin, muazzam bir iş olduğunu anlatıyordu. Onu güzel bir lezzet içinde buldum.

Ömrüm hakkı için: Onun daha önce böyle bir lezzet duyduğunu sanmıyorum.

Hâlbuki o; o anda dövülecek, bağlanacak ve girdiği yola sapanlar gibi asılacaktı.

Bütün bunları biliyor, ayrıca özünde bir lezzet duyuyordu.

Bkz. Abdülkerim Ceylî Hazretleri; İnsanı Kamil Kitabı, Suret-i Muhammedi böl.]

http://www.sufizmveinsan.com/cuma/
teketek.html

     Toplum olarak anlatılan bu “kara yazgıyı” değiştirmek için, bizler yılmadan çalışmalıyız. Bu uğurda ne yapılması gerekiyorsa, ihmal edilmeden devreye sokulması şarttır.

     Enine boyuna yapılan tartışmalarla belirlenen aydınlatıcı bilgiler, basın ve TV aracılığı ile halka ulaştırılarak, toplumun kültür seviyesi yükseltilebilir.

     Ayrıca, inanca bağlı bilgilerin aktarılması mutlaka gereklidir.

     Her şeyden önce insan, karşısındaki için yaşaması gerektiğini anlamalı, sosyal ortamların, grupların ve kişiler ile etkileşim içinde olmanın ne kadar önemli olduğunun altı vurgulanmalıdır.

     İşte o zaman sorunlar biter ve bu duygudan eser kalmaz.

     Bu süreci devamlı işler hale getirmek görevimiz olmalı diyorum.

 
 
 

 

 
 
İstanbul - 21.04.2010
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com