Hayatın
her
safhasında,
inceden
inceye
bir
nefis
mücadelesi,
bir
hesaplaşma
vardır.
Çünkü
nereden
bakılırsa
bakılsın,
insan
hayatı
değişmez
süreçlerle
ilerlemez.
Bireylerin
ve
toplumların
yaşamlarında,
öngörülebilen,
öngörülemeyen
değerlerin
birbiriyle
taban
tabana
zıt
olduğu,
kombinasyonların
bulunduğu
vakidir.
Bunlar
arasında
insana
cazip
gelen,
huy ve
tabiatına
ayna
olanları
olduğu
gibi,
ters
zihniyetlere
sahip,
“benim
bu tür
bilgilere,
böylesi
bir
insana
ihtiyacım
yok”
dedirtenleri
de
mevcuttur.
İlk
etapta
insana
sıcak,
yakın
gelenler,
samimi
bir
duygusallıkla
beğenilir,
kafa
karıştırıcı
bazı
hataları
görülmek
istenmez.
Yanlışları
savunulur.
Prensip
olarak
aramıza
kattığımız,
bu
içimizden
birileri,
gönlümüzü
ısındırabilecek,
her daim
gündemde
kalacak
işleri
kısa
sürede
ortaya
koymak
zorundadır.
Çünkü
dostluğunu
sağlama
almak
isteyen
bizdeki
“iç
görü”
esasen
başından
beri
buna
hükmeder.
Gerçekleştiğinde,
o kişi
artık
onay
görmüş
ve hak
ettiği
yeri,
sandalyeyi
bulmuştur.
Şayet
beklentiler
karşılanmıyorsa,
sandalye
kapmak
isteyen,
taklidî
biridir.
Kendini
kapı
dışında
bulur.
Bunu
tahmin
etmek
hiç de
zor bir
şey
değil.
Ama
duygulara
hitap
edenler
kabul
edilir,
benimsenir,
içimizden
biri
olur.
Oysa bir
değil
iki
ayağı da
“kutsala
basanlar”
var ki,
tüm
samimiyetlerine,
iyi
niyetlerine,
doğru
yolu
göstermelerine
rağmen,
o
toplumun
içinden
çıkmaları
nedeniyle
katiyetle
kabul
görmezler.
Bu
söylediklerime
örnek
mahaller,
Rasuller
ve
Nebilerdir.
Zihinlerinde
beğenilme,
güzel
bulunma,
sevilme,
menfaat
bekleme
gibi
itiyatları
olmamasına
karşın,
kabul
edilmelerini
istemeleri;
görevleri
icabı
olup,
sırf o
topluma
yarar
sağlayabilmekle
ilgilidir.
Ama bu
zarif
kimselerin,
aralarından
“açığa
çıkmalarından-zahir
olmalarından”
ötürü
kabul
görmeleri
imkânsızdır.
Ve
sonuçta,
o
beldeleri
terk
etmek
zorunda
bırakılırlar.
Uyarıları
ciddiye
alınmaz.
Çünkü
hayatları
okunamaz.
Yaklaşımları
tepki
ile
karşılık
bulur
dersek
yeridir.
Onları
sürgün
eden
zihniyet,
alışkanlıklarına
yapışır.
Ve
aksine,
kendi
içlerinden
biri
gibi
gördükleri
“yapılarına
uygun
kimselere
veya
tapındıkları
nesnelere”
sarılırlar.
Kolay
yolu
tercih
ederler.
Hâlbuki
sıkı
sıkıya
yapıştıkları
kişiler,
iki
yakası
bir
araya
gelmeyen,
yaşamlarına
hiçbir
katkıda
bulunmayacak,
sıradan
kimselerdir.
Keza
taptıkları
şeyler
de
kendilerine
bir
fayda
temin
etmeyen,
anlamsız
putlardır.
Görüntü
bu ya,
ne
olursa
olsun
getirdikleri
sisteme-yasaklara
uyma
teklifini
ve bu
nedenle
oluşacak
baskıyı
göze
almak
istemezler.
Ansızın
ortaya
çıkan,
fuzuli
gibi
gördükleri
olayı,
iş
birliğine
giderek,
muhtemelen
delmenin
yolunu
ararlar.
Nebi
ve
Rasullere
maddi
anlamda
akıllara
durgunluk
verecek
teklifleri
yapmaktan
da
çekinmezler.
Rahatları
hiç
bozulmasın
isterler.
Bütün
dinlerde ve
İslâm
dininde
bu
gelenek
devam
eder.
Dolayısıyla,
içlerinden
çıkan
özeller,
başka
diyarlarda
Allah’ın
emirlerini
halka
anlatmak
zorunda
bırakılır.
Bir
nokta
üzerinde
daha
durarak
yazıyı
toparlayalım.
Kimi
zaman
içimizde
gerçekten
spesifik
konumda
bulunan
insanlar-kimseler
vardır.
Onlar
pek
tanınmak
istemezler.
Çünkü
şan ve
şöhret
peşinde
koşmazlar.
Bizler
yeter ki
onları
ve
derinliklerini
fark
edelim.
Beyin
kapasitelerini
anlayalım.
Bu zümre
“yalan
ve
bidat’a
dönük
manipülasyondan”
yoksundur.
O
nedenle
bütün
çabalar,
etraflarında
dönmek
olmalıdır.
Doğru,
güvenilir,
çabuk
yılmayan,
kolayı
değil
zoru
seven,
başarılara
doymayan
kişilikleri
vardır.
Gayeleri
profan
değil,
evrensel
fikirleri
anlatmak
ve
uygulamaya
geçirmektir.
İşin
ilginç
tarafı,
bu
gerçeği
Kuranı
Kerim
de
vurgular.
Onları
tanımak
bir
avantajdır.
Biraz
abartarak
söyleyeyim,
seyretmek,
görmek
dahi
insana
pozitif
bir
katkı
sağlar.
Önemli
bir
ayrıntı
ise;
“bu
özellerin”
topluma
mutlaka
mesafeli
kalmaları.
Buna
özellikle dikkât
ederler.
Zira
denge bu
şekilde
sağlanır.
Çok
yakın
temaslar,
iç içe
olma
durumları,
anlaşılmalarına,
bilgi
alışverişlerine
engel
olur.
Kaos
oluşturur.
O
nedenle,
bilinçli
şekilde
bu
yöntemi
kullandıklarını
söyleyebiliriz.
Bu
değerlerin
“öğütlerini
dinleyerek,
yap
dediklerini
yaparak,
yapma
dediklerini
uygulamayarak”
başarıya
ulaşmak
söz
konusu
olabilir.
Bu, şu
demektir:
Bir
yeteneğiniz
varsa,
bunu
kullanarak
belirli
bir
kemalâta
ulaşır,
paylaşım
yapabilirsiniz.
Yeter ki
içtenlikle
hareket
edin.
Şayet
gönlünüzü
“samimi
biçimde
Allah’a
ve
ahirete
yakın
olan bu
insanlara
vermediyseniz”,
bir
şeyler
elde
etme
imkânınız
yok
gibidir.
Aksi
tavırlar,
terslenmeler,
kulağı
biraz
ters
göstermek,
fırsatı
kaçırmak
ve zaman
kaybetmek
olacaktır.
Uzun
yılların
bana
getirdiği
deneyim
budur.
Çok
enteresandır,
varlığın
bütünlüğüne
kapılıp
“birimsellikle,
onda
olan
bende de
mevcut
anlayışı
ile
hareket
ederseniz”
kusurlardan
kurtulamaz,
freni
patlayarak
duvara
çarpan
bir
kamyona
dönersiniz.
Ve de
öylece
kalakalırsınız. |