İçinde ‘Ukde’ kalmak
Ahmet F. Yüksel
 

Önce bu sözcüğe açıklık getirip, sorunu baştan çözümlemeye gayret edelim. Yoksa bazı şeyleri birbirine karıştırarak, yanlış izlenimler yaratma gibi bir duruma düşeriz ki, gündelik hayatta hiç de hoş olmayan şeyler ortaya çıkabilir.

Değerli okurlar, bu kelimenin birçok anlamı var.

Ukde; İstenip de ulaşılamamasından ötürü, insanın içine dert olan şey manasına geliyor.

Lugât manası bu.

Ben bu yazıda değişik türlerini “zikretmek ve analiz etmek” istiyorum.

Ukde, bir konunun kapalı kalmasından ötürü duyulan derin bir acının yanı sıra, kuşkulara neden olabilecek düşmanlığın izlerini taşır.

Ancak söz konusu duygunun olumlu bir yanı; dostuyla bir şeyi paylaşmak isteyip de, bunu gerçekleştiremeyenlerin yaşadığı bir hali yansıtır ki; “bu türlü ukde de gerçekten sıra dışı insanlarda” bulunur.

Aksi olanı; nasıl düşünülmesi ve neye inanılması gerektiğini kestiremeyen “şaşkın bir beşerin” gönlünde yatan bir birikimdir.

Kısaca daha çok intikam hisleri ile yanıp tutuşan, evrensellikten uzak, “iki koyunu gütmekten mahrum” biçimde hayatını sürdürenlerin gizli sevdasıdır.

O sevda, kendini ortaya koyacak bir zemin bulamadığı için taşıyanı zor durumda bırakır ve ‘Offfff, of’ dedirtir.

Bir bakıma ‘kinin’ dile getirilemeyen görüntüsüdür.

Sanki onu dışarı atsa; üzerine salınan kara bulutlardan kurtulacak, gerçek kimliğine kavuşacak. Ancak böyleleri fasit bir dairede yürür dururlar.

Ukde bir diğer bakış açısına göre, haksızlığa uğramış bireylerin yaşadığı tutulum şeklinde ifade edilebilir.

Belki kendine göre doğruları olan bir felsefeyi yansıtır.

Şayet, “benzeri olaylar onun ukdesini” bir şekilde dile getirse, zevkine doyum olmayacak güzelliklerle baş başa kaldığını düşünür.

Toplumsal ilişkilerde belki de en güçlü etmen, dolaylı yoldan dahi olsa bu şekilde karşılık vermek gibi görünüyor.

Basit sıradan insanlar bu silahı iyi kullanıyor. Kullanamayanların içinde ise ukde kalıyor.

Ancak beşerin en ucuz, en etkili yolu bu olsa dahi, kaybettikleri, kazançlarından çok daha fazla oluyor.

Çünkü ukdeyi yaşarken hazımsızlığa neden olup, ister istemez dengeyi bozuyorlar adeta ve bir travma yaşıyorlar.

Dengenin tekrar tesis edilmesi ise uzun bir zaman alıyor.

Ukdesini yerli yersiz ortaya dökenler, doğru yolu bulduklarını düşünüyorlar.

Herhalde Descartes’in, “Allah bile olup biteni olmamış gösteremezdi” deyişine/düşüncesine katılıyorlar.  

Sözüm ona bir yerde hak edene ‘karşılığını vermek’ anlamında bu çıkışı dile getirdiklerini söylüyorlar ama kesin olanı, bir kertede takılıp kalmaları.

Evet, gerçekten bir yerlerde kilitlenmişler. Belki yeni taze, belki de mazide.

Bu insanlar, soru sorma, muhakeme etme, düşüncelerini süzgeçten geçirme gibi yeteneklerini kaybetmişler, bu güzel hasletlerin yerini, kin nefret ve kendini kanıtlama almış.

Cehaletin ve koşullanmanın, kılcal damarlarına kadar işlediği besbelli ki, ispat makamını tercih eder olmuşlar.

İnsanı yıpratan, çok zararlı bir özellik bu ukde denilen şey.

Oltaya takmışlardır kafayı, ağı görmezler. Şayet görseler ne yapacaklarını şaşıracaklar.

Onlar için;

Hikmetler âlemini, altında yatan Kudret vasfını velhasıl “Derya içredür, deryayı bilmezler” demekle yetiniyoruz.

 

 
 
İstanbul - 04.02.2009
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com