İlim denince, mistisizmin, çağdaş bilimin ve teknolojik
uygulamalarının ve ona uyum sağlayabilenlerinden
bahsetmek istiyorum.
Çünkü toplumumuz, yıllardır doğruyu bir yana bırakıp,
geçerliye önem vermeyenler yüzünden yanlış üstüne yanlış
yapan, sözde ilim sahiplerinden az çekmiyor.
Ancak içimizde bu konuya ciddi şekilde gönül vermiş
insanlar da yok değil hani. Onlar dikkâtle, inatla ilim
sahiplerini takip ediyorlar.
Çoğunluk, ‘tasavvuf ilminin’ insanlara saygınlık
getirdiğini, etkinliklerini arttırdığını gözlemliyor.
Bunun sonucunda ilim dostları her geçen gün daha da
artıyor, daha çok bilgili olanının peşinde
koşuluyor.
Allahın ahlâkı ile ahlâklanmaya hayran, o’na tutkun ‘Allah
ehli adaylarını’ gördükçe bahtiyar olmamak elde
değil. Ve yaklaşımlarını gördüğümüz her genç, bize sanki
yeni bir ilim sevdalısının varlığını müjdeliyor.
Genç kuşaklara tasavvuf bilgilerini tanıtmak eskiden
bir hayli zordu, ama şimdi gelişen teknoloji, bilim
düzeyindeki eğitim, algılamayı çabuklaştırdı denebilir.
Bununla beraber, anlayış düzeyinde birtakım sorunlar da
yaşamıyor değiliz.
Sorun; ilmin, önce günün gelişen bilimle beraberliğini
sağlayarak insanların anlayacağı düzeyde anlatılması ile
ilgili. Çoğu kez gözle görülür hatalar yapılabiliyor,
ama üstünde durulmuyor.
Aşama düzeyinde insanların geleneksel düşünme
biçimlerine uzanabilmek, işin başı denebilir.
Bir kez daha yineleyelim; kişinin potansiyelinin
–mizacının- farkına varılamaz ise, “ilim heba olur”
gider. Bir arpa boyu yol alınmak şöyle dursun; cehaletin
taşları döşenmiş olur. İzlenilen yöntemin çıkmaz
olduğunu görenler, akıllara ters düşmeyen önerileri
getirirler.
Dolayısıyla, hem kendimizi, hem de konuyu açtığımız
kişiyi gözlemlemek, algılama kapasitesini göz önünde
bulundurmak, onu anlamayacağı şeylere zorlamamak, mevcut
idrak durumunu dikkâte alıp, bir üst seviyeden
yönlenerek başarısını gözlemlemek gerekiyor.
Allah Rasûlü
bir uyarısında bakın ne der: ‘İnsanlara akılları
istikametinde konuşun.’
Bunun anlamı şudur;
İlim anlatırken abartıya girmeyin, tek tek somut
örnekler vererek başarıyı getirin.
Günlük yaşamdan kesitler sunarken, diğer yandan bireyin
kendinde bulduğu şeylerden de bahsetmesi de en akılcı
bir yaklaşım olur. Daldan dala atlayıp, içinden
çıkılmayacak konulardan kavramlardan bahsetmek yerine,
günün anlayışı ile yaklaşım yapmak prensiplerin başında
gelmeli.
Görüyorsunuz ki, ilim anlatıcılarının başarısız
olmalarının nedeni; kuşkusuz belli kalıplardan
çıkamamaları, muhatabı küçümsemeleri, sadece bazı
konulara yönlenmeleri ve bağlantı noktalarını es
geçmeleri şeklinde ifade edilebilir.
İyi bir aktarıcı her halükârda bir toplumda zirve insan
olarak göze batar. Etrafı çembere alınır, kaçış imkânı
da zor olur. Bu kez taliplerin konu dışına çıkarak,
meseleyi beşeri dertleşmelere dökmesi pek uygun bir
davranış biçimi olmaz.
İlme hizmet ettiğini ve başka bir gayesi olmadığını
düşünenlerin bu ve benzeri şeylerden, zor da olsa
sıyrılması beklenir.
Dikkât çeken önemli bir husus ise anlatıcının
otomatikman ‘bir baş’ olarak kabul edilmesi, onun
da havalara girip, bu anafora kendisini kaptırmasıdır.
İlimi sahibi böyle bir misyonu kesinlikle
yüklenmemeli ve bunun altına saklanmamalıdır.
İlim, ‘düşünmeye, üretime, her türlü sorgulamaya,
eleştiriye açık olma’ etkinliğidir. Benlik ve egoyu
asla bünyesinde barındırmaz.
Bu zümreye yapılan yaklaşım, ilme-bilime olan saygının
ifadesidir. Nihayetinin Efendimiz’ e kadar
uzanacağını kestirmek güç olmasa gerek.
İlmi
ahlâk denen şey budur.
Genç ilim insanlarının yetişmesinde, ilmi paylaşırken bu
etmenleri de hatırlatmak, yapılacak işlerin belki de en
makulü, en hayırlı olanıdır.
İrdelenmesi gereken konulardan biri de sorunlarla baş
başa kalanın yanıtını bir şekilde bulamıyor olmasıdır.
Bu hususta özverili olması sabırla beklemesi şarttır.
Uzun yıllar sonra anlatılanların yerini bulduğunu,
oturduğunu görme ise ilmin teyididir. |