Ohio'da çalıştığı
hastanenin acil servisinde yatan bir hasta tarafından
boğazına dayanan küçük bir makasla rehin alınan klinik
psikologu George Kohlreiser, derhal kafayı
çalıştırmış. Saldırganın çocukları olduğunu öğrendikten
sonra ona, çocuklarının babalarını böyle mi
hatırlamalarını istediğini sormuş.
Sonuç, teslim olmayı kabul eden
adamın gözyaşları içinde Kohlreiser'e sarılması
ve "Çocuklarımı ne kadar sevdiğimi hatırlamama
yardımcı olduğun için çok teşekkür ederim."
demesiyle biten bir rehine krizi olmuş.
Fakat Kohlreiser, rehin
alınmalara doyamamış ve üç kez daha benzer durumda
bulmuş kendisini.
"Aptal olduğumdan değil,
polisle aile içi şiddet olaylarını önlemek için psikolog
olarak dolaştığım sırada geldi bunlar başıma" diyor.
Anlaşılan, bu dehşet verici
hadisede Kohlreiser, hastasına ulaşacak yolları
hakkıyla etüt etmiş ve duygusal yanlarını çok iyi
yakalamıştır.
Süklüm püklüm bir yaklaşım,
ona gerçekten çok pahalıya mal olacaktı, demek mümkün.
Düşünüyorum da “belirli bir
olgunluğa” ermemiş, yeri geldiğinde kendisiyle
hesaplaşmamış kimselerin, bu tür hadiselerin altından
kalkması olası gibi görünmüyor.
Çünkü insanın sadece hayal
gücünü kullanabilmesi, “çıkmazlardan sıyrılabilmesi”
için yeterli değil. O nedenle, zaman içinde kendisiyle
hesaplaşması, yanlışlarını görebilmesi, eleştirel bir
gözle bunları bulup tek- tek değerlendirmesi gerekiyor.
Bir örnekleme ile konuya
yaklaşım yapmak istiyorum:
Bir organizma düşünün.
Bir motorun parçaları gibi “organizma da çeşitli
organlardan” oluşmaktadır. Parçalardan biri bozulup
arasındaki bağlantılar kopunca motorun durması gibi,
insan yapısındaki azalardan biri iş görmez hale gelirse,
kimseyle bağlantı kuramaz ve işe yaramaz hale dönüşür.
İşte toplumun çıkmazlara
girişinin çok önemli nedenlerinden biri de bu doğrultuda
yaşanıyor.
Anlayacağınız, insanın bir
bakıma elinde somut, nesnel değerler varken,
“varsayımlarla hareket etmesi” ve karşısındakini zor
anlarında ikna edip, istenilen noktaya ulaştırabilmesi,
yardım edebilmesi, söz konusu hususlara istinaden hiç de
kolay görünmüyor.
Diğer yandan, farklı inanç ve
düşüncelerde değil, bu ilmin çevresinde olup kraldan
çok kralcı olmak da ‘insanı anlayabilmek’ için
bir neden teşkil etmez.
Çünkü insanı tanıma denen
hassa, hem beyinsel işlevin hızlanmasına, hem de
fiziksel gücün yerinde ve doğru kullanılmasına dayalı
bir oyun şeklinde.
Bütün anlatılanlara ilaveten,
şartlanmalara dayalı, ezberci bir eğitimin çemberinde
kalınarak çözülmesi de imkânsız.
Oysa eğitimin asıl amacı;
insanı anlarken, bir taraftan sorunları çözüp
olgunlaştırmak, kişiye eleştirel düşünce yetisi
kazandırıp, bilincini yüksek düzeye çıkartabilmektir.
Kısaca anlık çözümler
hiçbir şeyi halledemiyor diyebiliriz. Esasen,
“toplumsal endeksler de bu tür ilişkilere”
dayanmıyor.
Onun için, bir şeyi algılamak
isteyenlerin, anlatılan yolu izlemesi şart.
Bu
noktadaki en önemli eksiğimiz; Benliğin, “sahip
olduğu gücü doğru kullanmayı bilmeyişidir”, dersem
bana katılır mısınız? |