İnsanı Anlamak
Ahmed F. Yüksel
 

Ohio'da çalıştığı hastanenin acil servisinde yatan bir hasta tarafından boğazına dayanan küçük bir makasla rehin alınan klinik psikologu George Kohlreiser, derhal kafayı çalıştırmış. Saldırganın çocukları olduğunu öğrendikten sonra ona, çocuklarının babalarını böyle mi hatırlamalarını istediğini sormuş.

Sonuç, teslim olmayı kabul eden adamın gözyaşları içinde Kohlreiser'e sarılması ve "Çocuklarımı ne kadar sevdiğimi hatırlamama yardımcı olduğun için çok teşekkür ederim." demesiyle biten bir rehine krizi olmuş.

Fakat Kohlreiser, rehin alınmalara doyamamış ve üç kez daha benzer durumda bulmuş kendisini.

"Aptal olduğumdan değil, polisle aile içi şiddet olaylarını önlemek için psikolog olarak dolaştığım sırada geldi bunlar başıma" diyor.

Anlaşılan, bu dehşet verici hadisede Kohlreiser, hastasına ulaşacak yolları hakkıyla etüt etmiş ve duygusal yanlarını çok iyi yakalamıştır.

Süklüm püklüm bir yaklaşım, ona gerçekten çok pahalıya mal olacaktı, demek mümkün.

Düşünüyorum da “belirli bir olgunluğa” ermemiş, yeri geldiğinde kendisiyle hesaplaşmamış kimselerin, bu tür hadiselerin altından kalkması olası gibi görünmüyor.

Çünkü insanın sadece hayal gücünü kullanabilmesi,  “çıkmazlardan sıyrılabilmesi” için yeterli değil. O nedenle, zaman içinde kendisiyle hesaplaşması, yanlışlarını görebilmesi, eleştirel bir gözle bunları bulup tek- tek değerlendirmesi gerekiyor.

Bir örnekleme ile konuya yaklaşım yapmak istiyorum:

Bir organizma düşünün. Bir motorun parçaları gibi “organizma da çeşitli organlardan” oluşmaktadır. Parçalardan biri bozulup arasındaki bağlantılar kopunca motorun durması gibi, insan yapısındaki azalardan biri iş görmez hale gelirse, kimseyle bağlantı kuramaz  ve işe yaramaz hale dönüşür.

İşte toplumun çıkmazlara girişinin çok önemli nedenlerinden biri de bu doğrultuda yaşanıyor.

Anlayacağınız, insanın bir bakıma elinde somut, nesnel değerler varken, “varsayımlarla hareket etmesi” ve karşısındakini zor anlarında ikna edip, istenilen noktaya ulaştırabilmesi, yardım edebilmesi, söz konusu hususlara istinaden hiç de kolay görünmüyor.

Diğer yandan, farklı inanç ve düşüncelerde değil, bu ilmin çevresinde olup  kraldan çok kralcı olmak da ‘insanı anlayabilmek’ için bir neden teşkil etmez.

Çünkü insanı tanıma denen hassa, hem beyinsel işlevin hızlanmasına, hem de fiziksel gücün yerinde ve doğru kullanılmasına dayalı bir oyun şeklinde.

Bütün anlatılanlara ilaveten, şartlanmalara dayalı, ezberci bir eğitimin çemberinde kalınarak çözülmesi de imkânsız.

Oysa eğitimin asıl amacı; insanı anlarken, bir taraftan sorunları çözüp olgunlaştırmak, kişiye eleştirel düşünce yetisi kazandırıp, bilincini yüksek düzeye çıkartabilmektir.

Kısaca anlık çözümler hiçbir şeyi halledemiyor diyebiliriz. Esasen, “toplumsal endeksler de bu tür ilişkilere” dayanmıyor.

Onun için, bir şeyi algılamak isteyenlerin, anlatılan yolu izlemesi şart.

Bu noktadaki en önemli eksiğimiz; Benliğin, “sahip olduğu gücü doğru kullanmayı bilmeyişidir”, dersem bana katılır mısınız?

 

 
 
İstanbul - 15.02.2009
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com