Toplumsal yaşam içinde korku/güvenlik/yeme-içme/zayıflama
tutkusu/uyumsuzluk/heyecanlanma gibi çeşitli
duyguların harmanlanıp aşırı derecede ortaya dökülmesi,
‘zaaflar’ şeklinde tanımlanır.
Niteliklerini ortaya koyarken birçok kişi, farkında
olarak ya da olmayarak bir gerçeği dile getirir.
Ama, içine düştüğü durumda ortaya çıkan tabloya şöyle
bir bakabilme cesaretini bulsa, “vahametin farkında
olabilse” aradığı bahanelere sığınmaya yeltenmez.
Kuşkusuz, zaafları olan bir insanın yaşamı; sadece
başkalarını değil, şahsını dahi tehlikeli noktalara
sürükleyebilecek durumdadır.
Bu koşulları açıkça ortaya koymaktan çekinmeyenin
saldırganlık boyutları genişlemiş, gemi azıya almıştır.
Evet, insanların zaafları olabilir. Ama bu olumsuzluğun
sınırları da önemlidir. Ve haklar çiğnenmek için değil,
korunmak içindir.
Zira, ahlâk bunu gerektirir. Şüphesiz birçok
tartışmaya konu olan bu açıklar, öyle ya da böyle
genişlemeye mahkûmdur.
Bununla birlikte, karakterini ve kimliğini ‘İslâm’ın
taşıdığı ve vazettiği hakikatten’ alan toplumların,
belirli kaidelere ve hükümlere uyarken, bazılarının
onların bu taleplerini dışlama, aynılaşma, hareketlerine
set çekme, reddetme, giderek yok etme gibi
eylemleri anlaşılamaz bir ideolojik çerçeve içinde
mütalaa edilir.
Ayrıca, bu tür yaklaşımların İslâm’a pek uygun
düştüğü de söylenemez. İnsanlar, bu sayede istenmeyen
biçimde neyin ‘iç’ neyin ‘dış’ olduğunu,
neyin ’tabu’ neyin de ‘utanç’ verici
olduğunu asla anlayamazlar.
Bir yerde ifade etmek gerekirse, toplumda farklı
yöntemler, aşırı baskı, açık ve kapalı müdahaleler
devreye girdiği zaman, zaaflar da aşırı netlikle
görünür.
Özetle söylemek gerekirse; Bir insanın uzaktan
gözlenmesi, nasıl giyindiği, ne yaptığı, ne
söyleyip ne söylemediğinin takip edilmesi, iç ve
dış dünyalarımız için katmerli bir zafiyet
noktasıdır. Bu dahi eleştiri yapmak isteyen için önemli
bir fırsattır.
Ancak, Kur’an-ı Kerîm başkalarının yaşamıyla
ilgilenen insanlara oldukça sert uyarılarda bulunuyor.
Bu bağlamda Rasulûllah efendimizin (s.a.s)
görüşlerine yer vermeden geçemeyeceğiz.
Allah Rasulü buyuruyor ki: “Ümmetim hakkında en
çok korktuğum zaaflar:
Karın büyüklüğü (göbek bağlamak), çok uyumak,
tembellik ve Yakîn zaafı’ dır!”
Hadisin yorumuna gelince;
Göbek bağlamak:
Kendini et-kemik yapı, bir beden olarak kabul edip
yaşayan, arzuladığı her şeyi elde etmeyi hüner sayan,
kısaca çok yiyen, yeme içmeyi hayatının gayesi haline
getiren, bunun neticesi olarak da olabildiğince
şişmanlayan ve normal ya da anormal şekilde cinselliğe
soyunan insana yapılan bir uyarıdır ki, etrafınızı
kolaçan ettiğinizde çoğu kişinin bu düzeni ilke edindiği
görülür.
Çok uyumak:
Her insana sağlık için gereken uykuyu iki yönde
değerlendirmek mümkün. İlki; dinlenmek, enerji depolamak
içindir. Allah, bu nedenle geceyi yaratmış,
insanların istifadesine sunmuştur.
İkincisi ise Misal âleminde gezinti yapmak, yani
rüya görmek ve kişiye/topluma-ileriye dönük
bazı bilgileri önceden algılayabilmeye matuftur. Bunun
için belli bir süre yeterlidir. Biz, günlük uykumuzu
azami altı saate düşürmeli, ondan sonra da bunu
tedricen daha aşağılara çekmeye gayret göstermeliyiz. Ne
var ki yeme/içmesi konusunda istek ve arzularına
gem vuramayanın, uykusunu da ayarlayabilmesi ve
istenilen düzeye getirebilmesi mümkün görünmemektedir.
Tembellik:
İslâm’a yakışmayan kişisel
huylardan/zaaflardan biri olarak göze batmaktadır.
İslâm, kulluk halinde olan hiçbir yapının
tembelliğine razı değildir.
Hatta tembelliğe bir bakıma ceza vermekte, çalışmayan
birini zekâttan muaf tutmayı öngörmektedir. Kesin olarak
bilinmeli ki; Allah Rasulü ümmetinin asla tembel
olmasını istemez.
Yakiyn zaafı:
Bu husus oldukça önem arz eder. Klasik İslam anlayışı,
“yakiyn” halini, bildiğiniz “ölüm” olarak
nitelendirmiştir. Bu değerlendirişi ile ibadetlerin
ancak ölümle bitebileceğine hükmetmektedir. Ancak
gerçek, yakiyn hali ile tapınmanın sona ereceği,
sonrasında yapılacak eylemlerin ubudiyet
kapsamına gireceği şeklinde müteala edilmelidir.
Anlatılanlara istinaden şunu söylemek mümkün: En
önemli bir zaaf da, söz konusu ilahi hükümlerin
kişilerin kendi anlayışlarıyla yorumlanıp halka
baskı unsuru gibi dayatılmasıdır ki, bu en önemlisi,
affedilemez olanıdır. Zira, toplumsallaşmak, topluma
kendi çıkarlarını/zaaflarını revize ederek
dayatmak demek değildir. |