İTİRAF’IN nedeni.
(The Reason for the Confession)

Ahmet F. Yüksel
 

Sular duruldu, taşlar yerine oturdu.

Ufukta bir tehlike olasılığı da yok gibi.

Artık gerçekçi olmak zorundayız.

Şimdi tevhitten bahsetmenin, vurgulamaları yapmanın zamanıdır.

Buna binaen, özetle ‘Yukarıdaki’, taraf olamayacağını beyan ederek gerçek kimliğini ortaya koydu.

Zira akıl, “Tek’ten”, teklik anlayışı ile flörtten bir türlü vazgeçemiyor ki.

Şeriatçı-şeriat yanlısı olamazdı. Böyle olması gerekirdi. ‘İlk etapta kendimi Muhiddin Arabî’nin yanında buldum’ diyen o değil miydi?

Hoş geldin Tek.

“Günaydııın yaşam!

Demek geliyor insanın içinden.

Çünkü bunun adı açık bir şekilde İTİRAF’ tır.

Gerçi, temel anlamda İslam’ın, bir yönden tevhid (birlik) ilkesi üzerinde gösterdiği hassasiyet her zaman tarihsel- metinsel verilere sahipti. Gerek Kur’an ayetleri, gerekse sahih hadisler, ağırlıklı olarak tevhide dayalı bir inanç toplumunun oluşumunu, müşriklerin (ortak koşucuların) savlarının reddedilmesi yanında, kitap ehlinin eleştirisi,  Hz. Âdem’den itibaren Nebi ve Rasullerinin geleceğe, insanın özsel yapısına yönelik uyarılarını içeriyordu, ama buna rağmen ‘yukarıdakinin’ bugüne kadar İslam anayasasının saptadığı değişmez/değiştirilemez tevhid kuralını zaman zaman çiğner gibi görünmesinin nedenleri ne olabilirdi ki?

Nedeni hiç kuşkusuz, hoşgörüden yoksun, sığ düşünceli fırkaların kutsal kabul ettiği yaşam tarzları idi. Haliyle, acayip bir çatışma/tehlike çıkmaması için suskunluk ya da örtme dönemi yaşanacaktı. (Çatışmayı kendi kendine yapanlar düşünsün. Benim tehlike dediğimin de ne olduğu gayet iyi bilinmektedir. Hatta tehlikenin gücünü küçümsemek değil, büyüklüğü ehlince bilinmektedir.)

Bu itibarla, asıl gerçek olan konunun üstüne gidilmeyerek, ses çıkarılmayarak, haklı olarak farklı bir rota çizildi.

Kısaca, dengeler tesis edildi.

‘Ohhh be!’ diyerekten.

Ne de olsa “vahdet, bir siyasettir” sözü geçerliliğini korumalıydı.

İnsaf ölçülerine sığınarak söylüyorum; ‘aman efendim, canım efendim’ demek, anlamadan teslim olmak bir çap sorunudur.  Güneşin arşa kadar uzandığı ve orada secdeye kapandığı konusundaki hadisi mealen hatırlıyorum da; ben sözlerimin nereye kadar uzanacağını pek kestiremiyorum.

Ancak, kendin olmanın ilk şartı, şartlanmalar, değer yargıları ve buna bağlı yorumlardan kurtulmak olduğuna göre, noktayı arzu ederseniz, siz koyun derim.

Unutulmaması gereken şey, bireysel yaşamdaki paylaşımların/sırların/fantezilerin bu boyutta hiç önemi olmadığıdır. Çünkü onlar yatay gelişmelerdir. Düşünmeye bile değmez.

Garip olan ise yukarıdakinin ne denli yüksek düzeyde, algılanamaz durumda olduğudur. Bu itibarla, ara öğünler için verdiği rızk gerçek/esas sanıldı. Ne var ki sanal âlemin meleksi dürtüleri uzun sürmedi.

Şimdi kimse bu satırların yazarının dinsel kargaşayı destekleyici, ‘işkembe-i kübra kaynaklı laf ebeliğinin’ mimarı olduğu sanısına kapılmasın, her zamanki gibi yanılacaktır.

Burada toplumumuzun öncelerde içine sürüklendiği bir nevi çatışma ve huzursuzluk ortamına dikkât çekmeye çalışıyorum. Çünkü ‘vay tard edilenler’, ‘vay asiler’ diye atılan naraları duyar gibi oluyorum. Unutmadım, belleklerimizden de silinmedi kısaca.

Artık, bir kez daha kanıtlandı ki gerçek olan tevhit ve vahdet yaşantısı imiş. Sistem ise onun sanal bir çıktısı, yatay gelişmeler boyutu.

Şimdi kendinize geçerli ve ilham verici şeyler bulmaya çaba gösterin derim. Atı alan Üsküdar’ı geçti çünkü.

Sadede gelelim…

Artık toplum ne yapacak?

Sistem egemenliği ile teklik arasında dengeyi kurabilir, akıllanır mı dersiniz?

Bunu zaman gösterecek.

Önyargılı değilim.

Ama eminim, bence hiçbir değişiklik olmayacaktır.

Olsa olsa algıladıklarına binaen bir suskunluk dönemi yaşar, çünkü çoğu pişkindir. Bir kılıfını bulur, kendilerini haklı göstermeye çaba sarf ederler. (Hiçbir şeyden anlamadıklarına göre…)

Diyelim ki yukarıdaki ile uyum sağlamak için böylesine bir tavır içine girildi. Peki, nefret hislerini nereye koyacaklar?

Örneğin, ‘Her nereye bakarsan Allah’ın vechini görürsün!’ ayeti, nasıl bir işlerlik kazanacak?

Yaptıkları bunca dedikodu/kullandıkları malzeme, yasaklamayı teşvik nasıl unutulacak? Bunları Yüce varlık görmeyecek mi dersiniz?

Hayal bile edemiyorum doğrusu. Çünkü ‘yapılan her şeyin zerresine kadar karşılığının yaşanacağı’ uyarısı var bir kere Kur’an da.

İster mecaz olsun, ister rumuz. Ama var!

Diyelim ki Allah gafurdur, affedicidir. Beyler, bu ibare biraz ötelerden yardım dileme anlamına gelmedi mi?

Allah, sabretmeyip dilini tutamayan kimselere karşı nasıl Gafur olur!

“Başka kime karşı affedici olur?” diyebilirsiniz.

Allah önce muntakim yüzünü gösterir. Yoksa affedilmenin bir değeri olmaz…

Özetle, kimilerinin biraz safça ‘işte budur’ demeleri mantıklı olmadı diyebiliriz.

Akıl, en azından şunu düşünebilirdi: Öngörülen, tasvip gören sistem içinde –nefsi mücadeleyi kastetmiyorum- bireyin “beden kaydından kurtulması” gerekir miydi?

Bedenden kurtulmak, insanın et-kemik yapıdan ibaret olmadığı düşüncesini algılamak, sistem katmanlarını ön planda tutan biri için her halükârda uyarı mahiyeti taşıyamaz.

Bunu en azından bir hüküm şeklinde kabul etmek zorundayız.

Sonuç:’Manzara-i umumiye’ ye baktığımızda; yukarıdaki ile aşağıdakilerin arasında büyük bir algılama sorununun ve boşluğun bulunduğu, ‘O’nu anlamanın oldukça zor olduğu’ açıkça görülüyor.

Baştan sona Tek’in seyrini savunanlara, sistem ve mutlak varlık arasındaki dengeyi tesis edenlere selam ediyor ve şunları dile getirmeyi bir görev addediyorum.
Birre erenler, yolunuz açık olsun!

 

 
 
İstanbul - 20.03.2008
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com