İslam
dini,
bireylere batıl inançlardan, ön yargılardan,
bencillikten kurtulmanın yollarını gösterirken, saf ve
temiz ilişkilerin kurulmasına özen gösterir.
Ayrıca,
onların güç ve yeteneklerinin gelişmesini ister.
İyiliğin özendirilmesini sağlayıcı uyarılarda bulunur.
Çünkü
insan sevimli, cana yakın, nadide bir yapıdır; varoluş
prensipleri içinde önemli bir yer tutar ve öyle
kalmalıdır.
Bu
bağlantılar ile birlikte şu önemli ikazı yapmadan
geçmez: “Her insanın kendi çalışmasının dışında bir
şey yoktur.”
Bu ayet
Kur’an’ın nazar boncuğudur.
İçeriği
ise şöyledir: Hiç kimse başkalarını eleştirmesin,
dedikodu yapmasın, -ehli dışındakiler- ahkâm kesmeye
kalkmasın”, fiillerine baksın. Bir mümin
gibi yaşamaya, temel değerleri/hükümleri
uygulamaya özen göstersin.
Zira, bu
dünyada ve ahiret “hayatına adımını attığı andan”
itibaren yaptıklarının karşılığını alacak, bu idraki ile
de sonsuza dek yaşamını sürdürecektir.
Bundan
kaçış yoktur.
Şekli,
silueti ne olursa olsun, kim ne derse desin, ne karar
alırsa alsın bu ayet kapsamında mütalaa edilmelidir.
Bu ayetin
özümsenmesi, sonuçta, insana hak ettiği, İslâm’ın
seçtiği kimliği verecektir.
Özetlemek
gerekirse şunları söyleyebiliriz: Hayatın şartları
içinde boğuşan bireyin kurtuluşu, kendine hâkim
olması nispetindedir.
Korkulu
bir geleceğe hazırlanmanın yolu, sisteme uygun
hareketlerden geçer.
Aynı
zamanda bu tür yaklaşımlar, güzel bir ruh niteliğini de
oluşturur.
Ancak iş
bu kadarla bitmez.
Bir de
farklı bir yan var ki, bu husus çoğumuzun gözünden
kaçıyor:
Her
insanın
yaptığı güzelliklerin kendini bulması gibi, kişi
çekindiği için yapmaktan geri durduğu, korkusu nedeniyle
bir şeye bulaşmaktan kaçındığı ve o yüzden suskun
kalmayı tercih ettiği hallerde dahi, olumsuz birtakım
koşullarla karşılaşmak zorunda kalabiliyor.
Bu iddiayı
kuvvetlendirecek bir yığın örneğin varlığına tanık
oluyoruz.
Meselâ,
komşumuz Irak halkı, USA’ nın şiddete
dayalı baskıları karşısında, dayanılmaz acılar içinde
kıvranırken, hemen hemen bütün dünya ülkeleri ‘çok
üzüntülüyüz’ demekle yetiniyor, ancak bu tür
eylemlerin yeterli olmadığı gerekçesiyle, beklenmedik
olayların altına imza atıyordu.
Bunun
mutlaka bir karşılığı olacaktı.
Nitekim,
global kriz denen dalga, ülkemiz de dâhil olmak
üzere, dünyayı kapsadı.
Sonuçlar
çok kötüydü. Çoğu insan işinden oldu. Ne yapacağını
şaşırdı.
Bu aşamada
akla gelebilen soru şu: Peki ne yapmak gerekirdi?
Mesela
devamlılık arz eden ‘toplu dualar’ yapabilmek
mümkündü.
Olmadı,
hayatın içinde savaş eriyip gitti.
Bu arada,
konunun daha iyi anlaşılması için, gündelik
yaşamımızdan, spor dalından bir başka örnek sunuyorum:
Fenerbahçe’nin
İspanya’dan aldığı
golcü, beklenen düzeyde performans
gösteremediğinden, adeta yerin dibine sokuldu.
Çok ağır
şekilde eleştirildi.
Susmasını bilenin, seyredenin dışında, onu makul
sayılabilecek faktörlerlerden ötürü müdafaa etmeyip
ağzına geleni söyleyenler veya suskun kalanlar, bir
gün, mutlaka bu düşüncesizliklerinin karşılığını alacak
ve mahcup olacaklardı.
Çünkü
sistem mutlak bir geri dönüş tarzı ile hedef
belirliyordu.
Nitekim,
kısa süre önce gerçekleşen Türkiye-İspanya
maçında bunu gördük ve yaşadık.
O
beğenilmeyen isim öyle bir parladı, neticeye tesir
etti ki, sanki bir ders verdi. Ulusça kahrolundu.
Böyle
olacağı tahmin dahi edilemezdi.
Ona karşı
eylem koymayanlar dahi üzüntüden nasiplerini aldı.
Sistem bir
şekilde geri dönüşümü oluşturdu, toplumu ve bireyi
vurdu.
Bu
arada NATO Genel Sekreteri seçilen
Rasmussen’in karikatür krizine yol açan olayla
ilgili olarak ‘özür dilememesindeki tutumunun’
ona neye mal olduğuna kısa süre önce şahit olduk.
Yazımı,
zamanın Gavsı olduğu söylenen İbrahim Hakkı
Erzurumi’nin şu anlamlı dizelerini hatırlatarak
bitirmek istiyorum:
“Deme
niçin şu şöyle,
Yerincedir o öyle.
Bak
sonuna sabreyle,
Görelim
Mevlâ’m neyler,
Neylerse güzel eyler.”
Hoşçakalın. |