Kaçınılmaz Geri Dönüşümler
Ahmed F. Yüksel
 

İslam dini, bireylere batıl inançlardan, ön yargılardan, bencillikten kurtulmanın yollarını gösterirken, saf ve temiz ilişkilerin kurulmasına özen gösterir.

Ayrıca, onların güç ve yeteneklerinin gelişmesini ister. İyiliğin özendirilmesini sağlayıcı uyarılarda bulunur.

Çünkü insan sevimli, cana yakın, nadide bir yapıdır; varoluş prensipleri içinde önemli bir yer tutar ve öyle kalmalıdır.

Bu bağlantılar ile birlikte şu önemli ikazı yapmadan geçmez: “Her insanın kendi çalışmasının dışında bir şey yoktur.”

Bu ayet Kur’an’ın nazar boncuğudur.

İçeriği ise şöyledir: Hiç kimse başkalarını eleştirmesin, dedikodu yapmasın, -ehli dışındakiler- ahkâm kesmeye kalkmasın”, fiillerine baksın. Bir mümin gibi yaşamaya, temel değerleri/hükümleri uygulamaya özen göstersin.

Zira, bu dünyada ve ahiret “hayatına adımını attığı andan” itibaren yaptıklarının karşılığını alacak, bu idraki ile de sonsuza dek yaşamını sürdürecektir.

Bundan kaçış yoktur.

Şekli, silueti ne olursa olsun, kim ne derse desin, ne karar alırsa alsın bu ayet kapsamında mütalaa edilmelidir.

Bu ayetin özümsenmesi, sonuçta, insana hak ettiği, İslâm’ın seçtiği kimliği verecektir.

Özetlemek gerekirse şunları söyleyebiliriz: Hayatın şartları içinde boğuşan bireyin kurtuluşu, kendine hâkim olması nispetindedir.

Korkulu bir geleceğe hazırlanmanın yolu, sisteme uygun hareketlerden geçer.

Aynı zamanda bu tür yaklaşımlar, güzel bir ruh niteliğini de oluşturur.

Ancak iş bu kadarla bitmez.

Bir de farklı bir yan var ki, bu husus çoğumuzun gözünden kaçıyor:

Her insanın yaptığı güzelliklerin kendini bulması gibi, kişi çekindiği için yapmaktan geri durduğu, korkusu nedeniyle bir şeye bulaşmaktan kaçındığı ve o yüzden suskun kalmayı tercih ettiği hallerde dahi, olumsuz birtakım koşullarla karşılaşmak zorunda kalabiliyor.

Bu iddiayı kuvvetlendirecek bir yığın örneğin varlığına tanık oluyoruz.

Meselâ, komşumuz Irak halkı, USA’ nın şiddete dayalı baskıları karşısında, dayanılmaz acılar içinde kıvranırken, hemen hemen bütün dünya ülkeleri ‘çok üzüntülüyüz’ demekle yetiniyor, ancak bu tür eylemlerin yeterli olmadığı gerekçesiyle, beklenmedik olayların altına imza atıyordu.  

Bunun mutlaka bir karşılığı olacaktı.

Nitekim, global kriz denen dalga, ülkemiz de dâhil olmak üzere, dünyayı kapsadı.

Sonuçlar çok kötüydü. Çoğu insan işinden oldu. Ne yapacağını şaşırdı.

Bu aşamada akla gelebilen soru şu: Peki ne yapmak gerekirdi?

Mesela devamlılık arz eden ‘toplu dualar’ yapabilmek mümkündü.

Olmadı, hayatın içinde savaş eriyip gitti.

Bu arada, konunun daha iyi anlaşılması için, gündelik yaşamımızdan, spor dalından bir başka örnek sunuyorum:

Fenerbahçe’nin İspanya’dan aldığı golcü, beklenen düzeyde performans gösteremediğinden, adeta yerin dibine sokuldu.

Çok ağır şekilde eleştirildi.

Susmasını bilenin, seyredenin dışında, onu makul sayılabilecek faktörlerlerden ötürü müdafaa etmeyip  ağzına geleni söyleyenler veya suskun kalanlar, bir gün, mutlaka bu düşüncesizliklerinin karşılığını alacak ve mahcup olacaklardı.

Çünkü sistem mutlak bir geri dönüş tarzı ile hedef belirliyordu.

Nitekim, kısa süre önce gerçekleşen Türkiye-İspanya maçında bunu gördük ve yaşadık.

O beğenilmeyen isim öyle bir parladı, neticeye tesir etti ki, sanki bir ders verdi. Ulusça kahrolundu.

Böyle olacağı tahmin dahi edilemezdi.

Ona karşı eylem koymayanlar dahi üzüntüden nasiplerini aldı.  

Sistem bir şekilde geri dönüşümü oluşturdu, toplumu ve bireyi vurdu.

Bu arada NATO Genel Sekreteri seçilen Rasmussen’in karikatür krizine yol açan olayla ilgili olarak ‘özür dilememesindeki tutumunun’ ona neye mal olduğuna kısa süre önce şahit olduk.

Yazımı, zamanın Gavsı olduğu söylenen İbrahim Hakkı Erzurumi’nin şu anlamlı dizelerini hatırlatarak bitirmek istiyorum:

“Deme niçin şu şöyle,

Yerincedir o öyle.

Bak sonuna sabreyle,

Görelim Mevlâ’m neyler,

Neylerse güzel eyler.”

Hoşçakalın.

 

 

 
 
İstanbul - 08.04.2009
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com