Kadir gecesi
Ahmet F. Yüksel
 

Merhum Elmalılı Hamdi Yazır’ı tanımayanımız yok gibidir. Dokuz ciltlik Kur’an tefsiri ile adı ansiklopedilere geçmiş bu zât, 1892 yılında Antalya'ya bağlı Elmalı ilçesinde doğmuş, ilk ve orta öğrenimini orada tamamlamış, daha sonra İstanbul'a gelmiş, ikinci Meşrutiyet devrinde Osmanlı Meclisi'nde Mebusluk görevinde bulunmuş ve 1943'te de vefat etmiştir.

Günümüze ulaşan bu en ciddi Kur'an tefsirini inceleyenler, Elmalılı'nın sadece Arapça bilmekle kalmayıp Tasavvuf ilmiyle birlikte, Tevhid ve Vahdet konularında da hatırı sayılır bir ilme sahip olduğunu fark edeceklerdir.

Merhum Hamdi Yazır’ın tefsirinde, meleklerle ilgili hususa şöyle değinilmektedir:

"...Alemde hiçbir hadise olmaz ki, ona kudret-i ilâhiyenin (ilâhi kudretin) taalluku mahsusu (ona ait özel bir alakası) bulunmasın; binaenaleyh, cinsi melâike, kudret ve tekvin-i ilâhinin (ilâhi mânâdaki yaratmanın vahdetten kesrete tevezzu'unu (oluş) ve onun tenevvüat (nevileşmesi) ve taayyunat-ı mahsusesini (kendine has, özel ayan olmasını) ifade eden mebâdi-i faile (failin başlangıcı) olarak mülahaza (o hususta açıklama) edilmek lazım gelir. Ve kâinatta hiçbir şey, hiçbir hadise, hiçbir fiil ve hareket tasavvur olunmaz ki, böyle bir Risalet (Resullük, elçilik) bâki olmuş olmasın. Bundan başka bir nevi melâike vardır ki, bunlar hadisatı tekviniyeden mukaddem (olayların yaratılmasından evvel, şuuni emriyye, Allah'ın emriyle oluşlar) ve kelamiyeyi (sözsel), tabir-i aherle (diğer bir deyişle) şuuni rûhiyeyi (rûhi oluşlar) mevcûdatı akilenin (akıllı varlıklar) cereyân-ı rûhisine (rûhi akışa) ait evâmir ve irşâdatı Rabbaniyenin tecelliyâtı mahsûsasını (Rabbani emir ve irşâdların hususi tecellilerine işâret eder) ifade ederler. Bunlar, daha evvel resûl-i idraktirler (idrak elçileri), müdrik (idrak eden) ve muhtar olan (serbest olan) mebadi-i faileye kablel fiil hayrın ve rızayı ilâhinin vichesini ira’e eylerler (oluştan önce hayrın ve Allah rızasının yolunu gözetirler) ve melaikeye olduğu gibi beşere de müvekkeldirler (vekildirler)… Gördüklerini madde zannedenler, onun kuvveti sayesinde gördüklerini bilmelidirler… Binaenaleyh, melâikesiz bir hadise tasavvuru gayri mümkündür; melâikesiz bir katra yağmur bile düşmez..."

Allah ile insan arasında aracılık ettiğine ve Nur yapılı olduğuna inanılan manevi varlık, Melek!.. Kökü, “güç, kuvvet” anlamı taşıyan 'melk' kelimesine dayanıyor. İslâm ve diğer dinler, 'B' nin sırrı ile ancak anlaşılması mümkün olan mutlak varlığın hemen akabinde ve Resûllükten de ön plana almıştır Melekleri "Amentü billahi ve Melaiketihi" diyerek...

Kur’an, insanı tarif ederken, mecazen "biz insanı balçıktan yarattık" ifadesini kullanıyor. Balçık kelimesi, "Mineral ve sıvı karışımı özelliğindeki hücre teşekkülünü" anlatmak üzere seçilmiştir. Cinlerden bahsederken de, "dumansız, zehirleyici ve insan vücuduna nüfuz edici ışınlardan meydana getirdik" diyor ve bu boyutun varlıklarını, "Nâri Yapı" şeklinde tarif ediyor. Melekler ise sıralamada, ışın yapının kökeni olan kuantlara dayalı, Nur’dan varlıklar olarak belirtiliyor. Şayet, inanç sahibi bir kişi Allah'ın bir Tanrı olmadığını düşünürse, anlatılanları daha iyi kavrayacaktır. Kısaca belirtirsek, Melekler (ışık kuantları), enerjinin ilk basamaktaki bloklarıdır. En son basamağı ise, bildiğimiz madde halidir.

Demek ki beş duyu ile tesbit edilen veya edilemeyen tüm varlıklar -Melek ve Cin'ler- kendi özelliklerine göre yine de maddi sayılan bir boyutta var olmaktadırlar. Melekler, belli enerji-güç odakları olmakla birlikte, boylarından, boyutlarından, kısaca, yapılarından söz edilebilir. Ama,  cinsiyet mefhumu olmaksızın. Bir elektrik dalgasının dişiliği veya erkekliğini düşünebiliyor musunuz? Tabi ki hayır! Bazılarının kanatlarının olması da temsilidir.

Resûlullah Efendimiz: "Ben bir keresinde göğe çıkarken Cebrail'i gördüm, altı yüz kanadını açmış, haşmetle duruyordu" derken,  Ruhun yani Ruhu Azam’ın özelliklerinden bahsetmek istemiştir. Bu mecazi bir anlatımdır aslında ve böyle de anlaşılmalıdır. Bu kelamı, cinleri de kapsayan sistem ile yaşadığımız boyutu, yani madde dünyasını saran kuvvetlerine işarettir. Zira, bizim yaşadığımız madde planına Cebrail’in yanı sıra, İsrafil-Azrail ve Mikail isimli melekler de hâkim olmaktadırlar. Kur’an onları da 'Rasul' vasfı ile nitelediği için isimlerinin yanında “Aleyhisselam” ifadesi kullanılır. Bunların üstünde ilk dörtte Nun, Kalem, Müdebbir ve Mufassil isimli melaikeler vardır. Cebrail (a.s), tasavvuf tabiri ile Akl-ı Küll'ü temsil eder. Necm Suresi’ nin 5-6 ve 7. ayetleri ondan sitayişle bahseder. Bu yakiyn meleğin, Mirac sırasında Efendimize eşlik etmesi ve "ben buradan öteye bir adım atamam, yanarım" sözü aslında, madde sınırının sonuna gelindiğine işarettir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi dişilik ve erkeklikten yoksun bir dalga boyunun yanması da söz konusu olamaz. Aynı konum, Resûlullah Efendimiz için de geçerlidir, yeri gelmişken, meleki yapıların nasıl oluştuğuna değinelim...

"Allah'ın güzel isimleri" diye de bildiğimiz Esma-ül Hüsna'daki kelimelerin içerdiği mânâlar yoğunlaştığı anda “Melek” adını alır. İsimler bileşimi, ilk olarak Ruh adlı Meleği, Ruh adlı Melek, sistemlerin ruhlarını oluşturan Müheymin Melaikeyi, onlar da hiyerarşik düzenle diğer Melâike sınıfını Mukarreb Melâikeyi, Mukarreb sınıfı ise yeryüzü, yani Rahmet ve gazap Melâikesini meydana getirir. Ruh dahi aslında bir melektir. (Bkz Ruh adlı Melek/Abdülkerim Ceylî Hazretleri, İnsanı Kâmil Kitabı)

Resulullah Efendimiz, Ruhu Azamların oluşturduğu "Sistemin Ruhu" diye anılan Müheymin Melaikeyle görüşmüş, sonsuz sistemlerle bu yapılar vasıtasıyla iletişim kurabilmiştir. Özetle şunu söylemek istiyorum: Anlatılan şekilde kendi aslını, hakikâtini bilen, ayrıca sistem oluşturan Melekler olduğu gibi, sistemleri idare eden ve tasarrufta bulunabilenlerinin yanı sıra, sadece belli isimlerin mânâlarını ortaya koyabilen, dini tabirle ifade ediyorum "mutlak kulluk" halinde olan ve aslını hakikâtini bilmeyen vehmi benliğe sahip, Melâike de mevcuttur. (Bakara 30) Kütübi Sitte'de bu konuda sayısını aklınızda tutamayacağınız miktarda Hadis bulunmaktadır.

Örneğin, "Allahu Tealâ' nın, Hz.Resûlullah'ın kabrine bir Melek Müvekkel (vekil) tayin ettiğini ve getirilen salat-u selâmı kendisine tebliğ ettiğini" bildirmektedir. Başka bir hadiste de "Emrinde (Cebrail a.s.'ı kastediyor) yetmiş bin Melek dört bayrak olduğu halde Mekke'ye iner. Bir bayrağı Harem-i Şerif’e diker, ikinci bayrağı Mescidi Nebevi'ye diker, üçüncü bayrağı Kudüs'e diker, dördüncü bayrak da elinde olduğu halde yeryüzünde dolaşır. Uyanık bulduğu kimselere selam verir ve kanadı ile sıvazlar. Kanadı ile sıvazladığı her kimsenin, bütün günahları affolur" denmektedir. 

Çeşitli yönleriyle değinmeye çalıştığım Melek konusuna iman, hakikâte giden yolun çıkış noktası/anahtarı olmaktadır. İnkârı, öze açılan kapıyı kapayarak insanı beş duyunun sınırlarına mahkum edecektir. Kadir gecesinin hikmeti; muhakkak varlığı meydana getiren temel yapı taşları olan Ruh yâni Meleklerle ilgilidir. Zira bu gecede onların yapacağı şova tanık olmadayız. Bu satırların yazarı bendeniz, Medine'den, insani gelişme ölçütleri içinde sizleri Bir'e götürecek "Kadir gecesi" diliyorum. Allah'ın selamı üzerinize olsun. 

 

 

 
 
Medine - 26.09.2008
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com