“Kâinatı anlayacaksın da ne olacak?” diye
sormuştu bir meraklı. Aradan uzun yıllar geçti, ama ona
şöyle dediğimi hatırlıyorum: Allah’ı anlamak için
gereken tek şey, yaratılış/varoluş felsefesini
bilmek ve kabul etmektir.
“Kâinat, somuttan soyut
değerlere geçebilmenin kapısıdır.”
Devam ediyorum…
Kâinatın
yaratılması ile ilgili denebilir ki: Varlık aşamasında
temel bir bölünme söz konusu olabilir, bir tanrının
vesayeti altında, göstermelik bir “kâinatın
varlığını” düşünenler olabilir. Bunun
haklı sayılabilecek nedenleri var. Zira Kur’ân, “hak”
ve “kul” adı altındaki normlarla dopdoludur.
Bundan dolayı bu bölünmenin ağır bastığı söylenebilir.
Söz konusu dokümanlara istinaden, kimilerinin açık bir
şirk üzerinde yaşadıklarını biliyorum. Ve bir ilah
kabulü ile bu doğrultuda görüş beyan edenler, çok
yanıltıcı oldukları gibi kendileri de yanılıyorlar.
Sonuçta kişinin yetişme tarzı, mantalitesi, ilişki
içinde olduğu kişilerin, üzerindeki vesayeti ve buna
zemin hazırlayan faktörleri, özellikle de Kur’anı
Kerîm’i algılamadaki yetersizliğini dikkâte almak
kaydıyla bu noktaya gelindiğini akıllardan
çıkarmayalım.
Böylesi bir farklılık, bir sıkıntı/ürperti
yaratabilir. Esasen, konuyu tam olarak algılamamanın
neticesidir.
Gerçek mutluluk; Allah-Kâinat bütünlüğünü
yakalayanların ulaşacağı idrakle alakalıdır.
Neyi kast ettiğimi açıklayayım:
Şayet koninin tepesinden aşağıya, katmanlara ve
varlık âlemine bakabilirsek, kâinat denen olgunun, efal
boyutu içinde mütalaa edilmesi
gerektiğini, ilk etabı olan Ruhun, bölünmez parçalanmaz
nuru–enerjisi ile bu âlemleri var ettiği
aşamasına ulaşırız.
Yaratılma denen şey de esasen budur.
Bu husus; esma boyutunun, yani noktanın dışa
vurumu olarak kabul edilir.
Durum kısaca şudur: Birey,
‘izafi
değerler’inin gerçekte olmadığı bilinci ile yaşarsa,
otomatikman bu yaşantı biçimi kuvveden fiile çıkar'.
Ancak, aydınlığa hemen ulaşabilmek zordur, biraz zaman
ister.
Değerlendirmeler, istikrara ulaştıran ve “çözücü
mekanizmalarla” elde edilebilir. Sathi nazarlarla
baktığınızda, olayı deşifre etmek, okumak mümkün
değildir. Hileli ayak oyunları ile orijin değerlere
ulaşılamaz.
Şayet insanlar, gerçeklerin belirlediği doğrultuda
hareket edebilme başarısını gösterebilirlerse- ki bunun
hiç de kolay olmadığını söylemek lazım- bütünlük olgusu
oturur, kemale ererler.
Toplumun bazı kesimi artık şu konumun farkına varmalı:
Kâinat-Allah
bütünlüğü “o kadar konuşulamaz hale getirilmiş,
gerçeklerle bağlantısı kopmuş, o kadar
önemsizleştirilmiş, o kadar marjinalleştirilmiş ki”
insanlar bir şeyleri değiştirebilme inancını
kaybetmişler.
Bunun tezahürlerinden biri de çok fazla teorik
konuşmak, doğru ile arasında bağ kurmaya gayret etmemek,
somut yaklaşımlarla çözüm üretmeye çalışmamak oluyor.
Anlayacağınız gibi somut bilgiler, araştırmalar ve
belgeler, tevhit ve vahdet realitesi,
ilah-tanrı kavramını benimseyenlerin görüşleri
dışında bambaşka bir manzara ortaya çıkarıyor; gerçek,
tüm çıplaklığı ile aydınlığa kavuşuyor.
Kâinat ve Allah
olgularında belirttiğimiz düşünce tarzının ötesinde, öne
sürülen ve O’nu sınırlamamak gayesi ile yapılan itirazı
ve ‘Kâinat, Allah değildir’ şeklinde oluşturulan
fikri kabul etmek ancak ‘Gayrı da değildir’
şeklinde benimsemek yerinde olur.
Ne var ki algılayabildiğimiz veya varlığını kabul edip
algılamakta zorlandığımız, kökeni noktaya-esmaya
dayanan bu evreni tamamen Allah’ın dışında gibi
gözlemlemek, (bir düşünceyi-hayali oluşturan emsal
gibi) insanı; ‘steril bir hayatın üretimi’ diye
kabul etmek zorunda bırakıyor. |