Kâinat
Ahmet F. Yüksel
 

Kâinatı anlayacaksın da ne olacak?” diye sormuştu bir meraklı. Aradan uzun yıllar geçti, ama ona şöyle dediğimi hatırlıyorum: Allah’ı anlamak için gereken tek şey,  yaratılış/varoluş felsefesini bilmek ve kabul etmektir.

Kâinat, somuttan soyut değerlere geçebilmenin kapısıdır.

Devam ediyorum…

Kâinatın yaratılması ile ilgili denebilir ki: Varlık aşamasında temel bir bölünme söz konusu olabilir, bir tanrının vesayeti altında, göstermelik bir “kâinatın varlığını” düşünenler olabilir. Bunun haklı sayılabilecek nedenleri var. Zira Kur’ân, “hak” ve “kul” adı altındaki normlarla dopdoludur.

Bundan dolayı bu bölünmenin ağır bastığı söylenebilir.

Söz konusu dokümanlara istinaden, kimilerinin açık bir şirk üzerinde yaşadıklarını biliyorum. Ve bir ilah kabulü ile bu doğrultuda görüş beyan edenler, çok yanıltıcı oldukları gibi kendileri de yanılıyorlar.

Sonuçta kişinin yetişme tarzı, mantalitesi, ilişki içinde olduğu kişilerin, üzerindeki vesayeti ve buna zemin hazırlayan faktörleri, özellikle de Kur’anı Kerîm’i algılamadaki yetersizliğini dikkâte almak kaydıyla bu noktaya gelindiğini akıllardan çıkarmayalım.

Böylesi bir farklılık, bir sıkıntı/ürperti yaratabilir. Esasen, konuyu tam olarak algılamamanın neticesidir.

Gerçek mutluluk; Allah-Kâinat bütünlüğünü yakalayanların ulaşacağı idrakle alakalıdır.

Neyi kast ettiğimi açıklayayım:

Şayet koninin tepesinden aşağıya, katmanlara ve varlık âlemine bakabilirsek, kâinat denen olgunun, efal boyutu içinde mütalaa edilmesi gerektiğini, ilk etabı olan Ruhun, bölünmez parçalanmaz nuru–enerjisi ile bu âlemleri var ettiği aşamasına ulaşırız.

Yaratılma denen şey de esasen budur.

Bu husus; esma boyutunun, yani noktanın dışa vurumu olarak kabul edilir.

Durum kısaca şudur: Birey, ‘izafi değerler’inin gerçekte olmadığı bilinci ile yaşarsa, otomatikman bu yaşantı biçimi kuvveden fiile çıkar'.

Ancak, aydınlığa hemen ulaşabilmek zordur, biraz zaman ister.

Değerlendirmeler, istikrara ulaştıran ve “çözücü mekanizmalarla” elde edilebilir. Sathi nazarlarla baktığınızda, olayı deşifre etmek, okumak mümkün değildir. Hileli ayak oyunları ile orijin değerlere ulaşılamaz.

Şayet insanlar, gerçeklerin belirlediği doğrultuda hareket edebilme başarısını gösterebilirlerse- ki bunun hiç de kolay olmadığını söylemek lazım- bütünlük olgusu oturur, kemale ererler.

Toplumun bazı kesimi artık şu konumun farkına varmalı:

Kâinat-Allah bütünlüğü “o kadar konuşulamaz hale getirilmiş, gerçeklerle bağlantısı kopmuş, o kadar önemsizleştirilmiş, o kadar marjinalleştirilmiş ki” insanlar bir şeyleri değiştirebilme inancını kaybetmişler.

Bunun tezahürlerinden biri de çok fazla teorik konuşmak, doğru ile arasında bağ kurmaya gayret etmemek, somut yaklaşımlarla çözüm üretmeye çalışmamak oluyor.

Anlayacağınız gibi somut bilgiler, araştırmalar ve belgeler, tevhit ve vahdet realitesi, ilah-tanrı kavramını benimseyenlerin görüşleri dışında bambaşka bir manzara ortaya çıkarıyor; gerçek, tüm çıplaklığı ile aydınlığa kavuşuyor.

Kâinat ve Allah olgularında belirttiğimiz düşünce tarzının ötesinde, öne sürülen ve O’nu sınırlamamak gayesi ile yapılan itirazı ve ‘Kâinat, Allah değildir’ şeklinde oluşturulan fikri kabul etmek ancak ‘Gayrı da değildir’ şeklinde benimsemek yerinde olur.

Ne var ki algılayabildiğimiz veya varlığını kabul edip algılamakta zorlandığımız, kökeni noktaya-esmaya dayanan bu evreni tamamen Allah’ın dışında gibi gözlemlemek, (bir düşünceyi-hayali oluşturan emsal gibi) insanı; ‘steril bir hayatın üretimi’ diye kabul etmek zorunda bırakıyor.

 

 
 
İstanbul - 06.02.2009
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com