Karga hep 'gak' der...
Ahmet F. Yüksel
 

Hikaye şöyle: 90'ına merdiven dayamış bir baba ile onu ziyarete gelen 45 yaşındaki, yöneticilik yapan oğlu salonda oturuyorlardı. Hal hatırdan, çoluk çocuktan, havadan sudan sohbet ettikten sonra oğlu susmuş, ayrılma vaktinin geldiği sinyalini vermişti.

Tam o anda, üzerinde oturdukları koltuğun yanındaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Yaşlı baba kargaya gülümseyerek baktıktan sonra oğluna sordu:

- Bu ne oğlum? Oğul şaşkın bir şekilde cevapladı:

- O bir karga baba. Yaşlı baba, kargaya biraz daha baktıktan sonra yine sordu:

-Bu ne oğlum?'

Oğlu daha da şaşkın, yine cevapladı:

- Baba, o bir karga... Karga hala pervazda, komik hareketlerle başını sağa sola çeviriyor, başını yan yatırıyor, havaya bakıyor, sonra başını yine onlara çeviriyordu. Yaşlı baba üçüncü defa sordu:

- Bu ne? Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa dönmüştü:

- O bir karga baba, üç defadır soruyorsun. Beni işitmiyor musun? Yaşlı baba, dördüncü defa da sorunca oğlunun sabrı taştı ve sesini yükseltti:

- Baba bunu neden yapıyorsun? Tam dört defadır onun ne olduğunu soruyorsun, sana cevap veriyorum ve sen hala sormaya devam ediyorsun. Sabrımı mı deniyorsun? Babası, yüzünde hala bir gülümseme ile yerinden kalktı, içeri odaya gitti ve elinde bir defterle döndü. Bu, bir hatıra defteriydi. Oturdu, sayfalarını karıştırdı ve aradığını buldu.

Sevgiyle gülümseye devam ederek sayfası açık bir durumda defteri oğluna uzattı ve o sayfayı okumasını söyledi.

— Bugün, üç yaşındaki minik yavrumla salondaki koltukta otururken yanı başımızdaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Oğlum, tam 24 defa onun ne olduğunu sordu. 24 soruşunda da sevgiyle sarılarak onun bir karga olduğunu söyledim.

Rahatsız olmak mı?

Hayır, asla! Onun sorusunu masumca tekrar edişi içimi sevgiyle doldurdu...

Ve kıssadan hisse; Hikâye böyle... Bir düşünelim bakalım... Eskiden böyleydi de şimdi ne değişti? Aslında değişen bir şey yok. En çabuk kızabildiklerimiz, sadece maruz kaldığımız şiddet hareketleri değil, tahammül gösteremediğimiz en basit şeyler oluyor. Ve kızgınlığımız bizi sevenlere mi yoksa bırakın sevmeyi, bize hiç aldırmayanlara mı? Artık bırakalım kendimizi kandırmayı ve doğru cevap verelim bu sorulara. Evet, her zaman en az tahammül gösterebildiklerimiz, sesimizi pervasızca yükseltebildiğimiz, rahatlıkla kırabildiğimiz, terbiyesizce ve kırıcı davranabildiğimiz, kendi eksiklerimiz ve hayal kırıklıklarımızın tek sorumlusu olarak gördüğümüz kişiler aslında bizi sevdiklerinden çok emin olduklarımız, en çok sevdiklerimiz, en yakınlarımız.

Onların bizi beklentisiz sevmeleri, sevgilerine samimiyetle sahip çıkmaları, sanki bizim onları rahatlıkla ve hoyratça üzebilmemiz için verilmiş bir hak olmamalı.

Son bir kez daha düşünelim bakalım... Herkesin yokluğundan şikâyet edip ümitsizce aradığı ancak bizim bulup da kolayca harcayabildiğimiz 'sevgiyi' koruma adına, bizi sevenlere acaba neler yapabiliyoruz? Kırma noktalarında hiç olmazsa yaşlı insanlarla gençleri ayırt edebiliyor muyuz? Pervasızca kırdıklarımızın gönlünü alabiliyor muyuz? Acaba beklentisiz sevgiye karşı onları en son ne zaman cezalandırdık? Sevmenin ve sevilmenin getirdiği mutluluk seviyesi için Cenabı-ı Hakka şükürlerimizi sunabildik mi?

Bir konuyu uzun uzun düşünebilmenin getirdiği mutluluğu fark edebiliyor muyuz?

Ya da tam tersi...

Bize sundukları sevgiyle güçlendiğimizi, insan olduğumuzu acaba en son ne zaman hissettik ve de hissettirmeye çaba gösterdik?

Karga, karga 'gak' dedi,

'Dön de seni sadece sevene değil, sevmeyene de bak' dedi...

 

 
 
İstanbul - 11.01.2009
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com