Toplumsal yaşamda belirsizlik ve kaygıdan kaynaklanan
baskı, insanları olumsuz yönde etkiler.
Normal zamanlarda gösterdikleri
özelliklerin-maharetlerin ortaya çıkmasına engel
olabilir.
Yoğunluk kazanan bu faktörleri dikkâte alan bireyin,
böylesine sarsıntılı zamanlarında ‘güçlü ve
dirençli olması’ beklenemez.
Çünkü insan, etkin bir baskıya maruz kalınca korkar;
sahip olduklarını elinden kaçırmaktan, başarısız
olmaktan, sevgiden, emek vererek kazandığı itibarını
kaybetmekten...
Onun için de her şeyi kişisel biçimde anlamaya,
değerlendirmeye başlar. Basit bir işte dahi, karar
anında kendini 'felç olmuş' gibi hissedebilir.
Umudunu kaybedebilir. Bu arada işlerin tekrar iyiye
gideceğine, düzeleceğine olan inancını yitirmesi
muhtemeldir.
Bu korkulu durum yıllarca sürebilir, insanların “kendisiyle
ilgili düşüncelerine fazlaca odaklanıp” uzun vadeli
bakmayı unutabilir. Basireti bir anda yok olur.
Ayrıca depresif bir ruh haline girip hem
kendisinin hemde çevresindekilerin enerji seviyelerinin
düşmesine sebep olabilir.
Böyle zamanlarda ayakta kalabilmek, tecrübe ister.
Alınması gereken bir karar varken, kişi buna cesaret
edemez. Hata üstüne hata yapacağından korkar.
Bu süreçler, duygusal davranışları alabildiğine
körükler. Evrensel yönlü davranışlar, gerçekler; yerini,
kızgınlık, pişmanlık, kaygı, hayal kırıklığı,
tükenmişlik, bitmişlik, kilitlenmişlik gibi duygulara
terk eder.
Bu şartları yaşayan insanın dürüst olması dahi
beklenemez. Hatta kendine karşı samimi olması da…
Gerçeklere uzanma kopma noktasına gelince, olaylar
analiz edilme durumunu da kaybetmiştir.
Zorlukla geçen süreç, sembolik (bireysel) iradenin eseridir. O
dönemler, sağlıksız beslenmenin de başlangıcıdır.
Yeme-içmenin ve seksin arttığı, stresin
çoğaldığı, “vücudun deforme olduğu” anlardır.
Ancak, burada çok önemli bir ayrıntı daha var:
Muhtemelen kendini salan insanın içinde, bir süre sonra
nefret tohumları yeşerir ve şöyle ya da böyle,
kontrolsüzlükten ötürü bir şekilde dışa vurmaya başlar.
Ne var ki bütün bu anlatılanlar bir yana,
olumsuz gibi görünen olaylar, insanın özündeki gücün
ve ilmin varlığına tanık olmak üzere, özetle şuur
sıçraması için programlanmış, en çetrefil konular
tezgâhlanmış, davranışların insanı nasıl değiştirdiği ya
da değiştirmediği gözlemlenmek istenmiştir.
Ayrıca, yeteneklerini enfüsünde değil, ötede bir tanrıda
bulanlar için de bir ikaz mahiyetindedir.
Bildiğiniz gibi, İslâm’ın kilit sözcüğü
‘Tevhid’ dir. Tevhid, “bir kılma,
birleştirme, bütünleşme” anlamına geliyordu.
Şayet, seyir doğru dürüst tamamlanmadan çözülmeler
başlarsa bu çok kötü olur. Birleşme/bütünleme
konusu unutulur. Adımlar başladığı yere geri döner.
Tüm bu aşırı “yıpratıcı ve zorlayıcı faktörlere”
rağmen birey; fiziksel, zihinsel olarak sağlam durur
ve kendini duygularına kaptırmaksızın hayatını
sürdürmeyi başarabilirse, kendine güveni artar,
güçlenmiş olarak bu badirelerden sıyrılmayı becerir.
Esasen, en alttakilerle en üsttekilerin
arasındaki fark böyle ortaya çıkar ve insanoğlu daha
geniş bir bakış açısına sahip olmayı algılar hale
gelir.
Kuşkusuz, insanların çoğu optimist yaklaşımları yeterli
buluyorsa da bu devranın, “kayıp olmadan
yaşayanların yüzü suyu hürmetine” döndüğünü bir
türlü düşünemiyor veya bildiği halde inkâr ediyordur.
Kaybı olmayanların “saygın, elleri öpülesi
insanlar” olduğunu kabul etmeden geçemeyiz.
Gerçek bu… |