Kayıp olmaksızın yaşam
Ahmed F. Yüksel
 

Toplumsal yaşamda belirsizlik ve kaygıdan kaynaklanan baskı, insanları olumsuz yönde etkiler. Normal zamanlarda gösterdikleri özelliklerin-maharetlerin ortaya çıkmasına engel olabilir.

Yoğunluk kazanan bu faktörleri dikkâte alan bireyin, böylesine  sarsıntılı zamanlarında güçlü ve dirençli olması’ beklenemez.

Çünkü insan, etkin bir baskıya maruz kalınca korkar; sahip olduklarını elinden kaçırmaktan, başarısız olmaktan, sevgiden, emek vererek kazandığı itibarını kaybetmekten...

Onun için de her şeyi kişisel biçimde anlamaya, değerlendirmeye başlar. Basit bir işte dahi, karar anında kendini 'felç olmuş' gibi hissedebilir. Umudunu kaybedebilir. Bu arada işlerin tekrar iyiye gideceğine, düzeleceğine olan inancını yitirmesi muhtemeldir.

Bu korkulu durum yıllarca sürebilir, insanların “kendisiyle ilgili düşüncelerine fazlaca odaklanıp” uzun vadeli bakmayı unutabilir. Basireti bir anda yok olur.

Ayrıca depresif bir ruh haline girip hem kendisinin hemde çevresindekilerin enerji seviyelerinin düşmesine sebep olabilir.

Böyle zamanlarda ayakta kalabilmek, tecrübe ister. Alınması gereken bir karar varken, kişi buna cesaret edemez. Hata üstüne hata yapacağından korkar.

Bu süreçler, duygusal davranışları alabildiğine körükler. Evrensel yönlü davranışlar, gerçekler; yerini, kızgınlık, pişmanlık, kaygı, hayal kırıklığı, tükenmişlik, bitmişlik, kilitlenmişlik gibi duygulara terk eder.

Bu şartları yaşayan insanın dürüst olması dahi beklenemez. Hatta kendine karşı samimi olması da…

Gerçeklere uzanma kopma noktasına gelince, olaylar analiz edilme durumunu da kaybetmiştir.

Zorlukla geçen süreç, sembolik (bireysel) iradenin eseridir. O dönemler, sağlıksız beslenmenin de başlangıcıdır. Yeme-içmenin ve seksin arttığı, stresin çoğaldığı, “vücudun deforme olduğu” anlardır.

Ancak, burada çok önemli bir ayrıntı daha var: Muhtemelen kendini salan insanın içinde, bir süre sonra nefret tohumları yeşerir ve şöyle ya da böyle, kontrolsüzlükten ötürü bir şekilde dışa vurmaya başlar.

Ne var ki bütün bu anlatılanlar bir yana, olumsuz gibi görünen olaylar, insanın özündeki gücün ve ilmin varlığına tanık olmak üzere, özetle şuur sıçraması için programlanmış, en çetrefil konular tezgâhlanmış, davranışların insanı nasıl değiştirdiği ya da değiştirmediği gözlemlenmek istenmiştir.

Ayrıca, yeteneklerini enfüsünde değil, ötede bir tanrıda bulanlar için de bir ikaz mahiyetindedir.

Bildiğiniz gibi, İslâm’ın kilit sözcüğü ‘Tevhid’ dir. Tevhid, “bir kılma, birleştirme, bütünleşme” anlamına geliyordu.

Şayet, seyir doğru dürüst tamamlanmadan çözülmeler başlarsa bu çok kötü olur. Birleşme/bütünleme konusu unutulur. Adımlar başladığı yere geri döner.

Tüm bu aşırı “yıpratıcı ve zorlayıcı faktörlere” rağmen birey; fiziksel, zihinsel olarak sağlam durur ve kendini duygularına kaptırmaksızın hayatını sürdürmeyi başarabilirse, kendine güveni artar, güçlenmiş olarak bu badirelerden sıyrılmayı becerir.

Esasen, en alttakilerle en üsttekilerin arasındaki fark böyle ortaya çıkar ve insanoğlu daha geniş bir bakış açısına sahip olmayı algılar hale gelir.

Kuşkusuz, insanların çoğu optimist yaklaşımları yeterli buluyorsa da bu devranın,kayıp olmadan yaşayanların yüzü suyu hürmetine” döndüğünü bir türlü düşünemiyor veya bildiği halde inkâr ediyordur.

Kaybı olmayanların “saygın, elleri öpülesi insanlar” olduğunu kabul etmeden geçemeyiz.

Gerçek bu…

 

 

 
 
İstanbul - 15.04.2009
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com