Kelime oyunları

 

    

     Hatırlıyorum, “Akıl Oyunları” isimli filmde, John Nash (Russell Crowe), ekrana bakıp sayılar ya da harfler arasındaki ilişkiyi kurarak, yönlendiği konularla ilgili şifreyi çözüyordu.

     Biz de benzeri bir bakış açısıyla, kelimeler arasında şifreleri çözüp somut bilgilere ulaşabilmeye, gerçekleştirmeye çaba gösterelim istedim.

     Durup düşünelim bir an!

     Örneğin, “sabır” ismini ele alalım. Gelişigüzel değil, bilinçli/soğukkanlı şekilde kullanmak gerekir bu kavramı, yaşadığımız olaylar içinde.     Sabretmek, bir işin aksamasını veya katlanmak zorunda kaldığınız bir eziyeti, “sükûnetle ve inatla” karşılamak ve gitmesini beklemek manasına gelir.

     Bu da iyi bir performans ister. Yoksa varlık bir bütün olarak algılanamaz.  Sabırsız bir insan dışsallıkla yaşar, kendine uzak kalır. Alışkanlıklarına yenik düşer. Bedenine, istek ve arzularına tutsak olur.

     Sabırsızlığın dışa vurumu, insanı düşüncesinde böler parçalar. Hatta daha da ötesi, işi şiddete kadar vardırır. Kişi öfkesine hâkim olamadığı minik depresyonlara girebilir. İçler acısı bir durum sergiler.

     Böylesi bir irade zaafıdır, bir sendromdur. Hayatını kendi elleri ile noktalayanlar için sabırsız kelimesini kullanmak yerinde olacaktır. Bu şekilde hareket edenler artık misyonun bittiğine, gücünün sona erdiğine inanmıştır.     Hâlbuki yeni bir gündoğumu neler getirir hiç bilinmez.

     Sabır isteyen süreç içinde bunalıp "sabır dileyen veya başkasına bu fikri temenni edenler"  var. Bilinçsizce yapılan bu tür yaklaşımlar, mistik uyarıda olduğu gibi belaya davetiye çıkarmaktan başka bir şey getirmez.    Haliyle bunu dillendirmenin hatta dua konumuna getirmenin acısı çıkar. Belalar tahmin edilemeyecek ölçüde artacaktır. Çünkü ortada "eksinin devam edilmesini" dileme arzusu vardır.

     Asıl yapılması gereken şey sükut etmektir.  “Sabrın sonu selamettir” sözü, işte tam bu noktada yerine oturur.

     İnsan, en basit şeylerde bile duygularının, değer yargılarının esiri olabilir.    Terkibi dolayısıyla, zamanına uygun davranmaya müsait bir yapısı olmadığı içindir ki, acelecidir. Ne var ki bir anda istenilen sonuca ulaşılamaz. Haliyle kendi kendini kilitler ve sonunda şeytanın oyuncağı durumuna düşer.

     Buradan çıkan sonuç, aceleci olmanın, evrenselliğe asla uygun bir davranış olmadığını gösteriyor.

   “Hamd” kelimesi daha önceden de belirttiğimiz gibi, daha ziyade sağlık için dillendirilen (esas itibariyle şükür sözcüğünün farklı kullanılış şekli) bir kelime olarak temayüz eder.

     Örneğin, bedenin bir rahatsızlığı ile ilgili durum için bu kelime kullanıldığında hastalık önlenmiş olur. Henüz açığa çıkmamış, rahatsızlıkları dahi bu duruma katabiliriz. Tabi böylesine radikal bir yıkımı kimse istemez.    Kendi eliyle bu davetiyeyi çıkarmaz.

     Bahsettiğimiz konu bu kadarla sınırlı değil tabi. Meselâ berbat biten bir iş durumu dolayısıyla yine “hamd” kelimesinin kullanılması yerinde olur.

     Bu bakımdan, burada geçen “hamd”, kula nispetle çok farklı bir durum arz eder.

   ‘Şükür’e gelince: Bunun, nimeti arttırıcı, birey/toplum üzerinde iletişimi rahatlığı sağlayıcı bir sözcük olarak tezahür ettiği bilinir.

    Şükür, topluma canlılık, ruhaniyet ve bir performans sağlar. Asık suratlı, bedbin tavırlı, bitik yüzlü kişiler, şükürsüz kimselerdir. Böyle kimseleri daima stresli-öfkeli bir hayat beklemektedir. Şükrün bitmesi, bir anlamda rızkın (maddi- manevi olanın) "yaşam enerjisinin" kesildiğinin bir işaretidir.

    Şükretmeyen insan öfke seline kapılır. Bu paralellikte, toplumda da -istisnaları dışında- katılık ve gerginlik artar.

     Öfkeli toplumlar derhal belli olur. Kimse onlara yaklaşım yapmak istemez. Paylaşımları azalır, sonuçta iş cehalete kadar varır.

 

 

 

Arkadaşına gönder 

 

 

Paylaş