Kimsenin onu anlatmasına ihtiyacı yok. Esasen neyin ne olduğunu anlatıyor eserlerinde. Üstad Ahmed Hulûsi’den bahsediyorum. O İslâm’ın sembol ismi. Topluma karşı sorumluluğunu bilen biri. Daima ileriye götürecek değerlerle uğraş veriyor. Yenilik kavramıyla ortaya attığı fikirleri ile bunu gerçekleştiriyor. Kalıpsal şeylerle değil. Örnek bir insan gibi davranmasını biliyor. Sessiz ve sakince, etrafına adam toplamadan. TV kanallarında boy göstermeden. Yapa geldiği şey Dini pozitif bilimle yansıtması. Bana göre en büyük hamlesi mistisizmde esma adıyla bilinen ilim boyutunun, kuantum potansiyele işaret ettiğini vurgulaması. Ve bunun beyinde açığa çıkan bir bölümünün var olduğunu belirtmesi. Zira toplumumuzun büyük bir çoğunluğu bu konuda yeterli bilinçte değil. Sadece beyin deyip geçiyor. Haliyle ondan bi haber oluyor.
Ahmed Hulûsi, beynini kullanabilen,kilitlenmeyen bir insanın gerçeklere uzanabileceğini anlatıyor.
Popüler bir isim araştırmacı gazeteci Reha Muhtar da bunun farkına varmış olacak ki geçtiğimiz günlerde O’nun “Kilitlenmişlik” başlıklı yazısını, Vatan Gazetesi’ndeki köşesine taşıyarak, bu konumu okurlarına yansıttı. Şimdi sizi Muhtar’ın makalesi ile baş başa bırakıyorum…
SİZ BEYNİ KİLİTLİ BİR İNSAN MISINIZ?..
Hiç beyninizin kilitli olduğunu düşündünüz mü?.. Hiç kilitli beyninizin geçmiş bir düşünce dolayısıyla kilidinin hiç açılamadığını ve muhtemelen kilitli olarak ölüp gideceğinizi düşündünüz mü?..
Bugün size Ahmet Hulûsi‘nin çok önemli bulduğum bir metninin bazı bölümlerini aktaracağım...
KİLİTLENMİŞ OLMAK VE KENDİ KENDİNİ KİLİTLEMEK!
“Anlayamıyorum...
Okuyorum okuyorum bir türlü yerli yerine oturmuyor!.. Tam anladım derken bir bakıyorum hiçbir şey anlamamışım!”
Niye böyle oluyor?
Geçmişte bir zaman, kendi beynini kendi elleriyle kilitlemiş!..
Farkında değil geçmiş bir zaman içinde nasıl bir komutla kendi beyninin kilitlediğinin!
Kesinlikle bilin ki, başkasına zannıyla ne yapıyorsak, gerçekte kendi kendimize yapıyoruz; ve kendi yaptıklarımızın da sonuçlarını yaşıyoruz!
“Herkes elleriyle yaptıklarının sonuçlarını yaşar!” uyarısı da işte buna işaret ediyor!
Geçmişte bir zaman içinde... Belki gençlikte veya yeni yetmelikte, bir hüküm veriyorsunuz: “Bu konu şöyledir” ya da “Bu, bu kadardır”, diye...
Böylece, beyin o konuda kendi kendini kilitliyor! Bundan sonra, o hükme ters gelen ne kadar yeni gelişme olursa olsun, beyniniz onları görmüyor ve değerlendirmeye almıyor!
***
Bir kitap, bir kişi, ya da bir konu... Dinî veya toplumsal; fark etmiyor!..
Bu sebeptendir ki, kim, ne zaman neyi reddetmiş veya inkâr etmişse, artık geri dönüşü olmuyor kolay kolay!
Hiç mi?
Hayır!
Eğer, yaptığının yanlış olduğunu kesin bir şekilde fark etmişsen; bunun düzelmesi için çok kuvvetli olarak o konuyu tekrar ele almışsan; yapacağın çalışmalar ile yeniden o alanı araştırma ve sorgulamaya sokup kilitlenmeyi çözme imkânına sahipsin!..
Fakat bu da elbette, o konudaki hükmünün kesinlikle yanlış olduğunu kavramana bağlı...
Aksi takdirde, beyin, geçmişte aldığı o komutun gereğini ölene kadar koruyor; sen de gözünün ya da basiretinin önündeki o gerçeği algılayamadan bu dünyadan çekip gidiyorsun!..
***
Her an her yeniye mutlak olarak açık olmak, işin başlangıcı...
Sorgulayıcı olmak; araştırmacı olmak; asla mevcut veritabanınla kendini kayıtlamamak ve sınırlamamak!..
“Dün bu konuda böyle denmiş ama başka türlü de olabilir mi acaba” diyerek; yeni karşılaştığın her olayı veya fikri yeniden değerlendirmeye tutmak, kişinin beyin kilitlenmelerine karşı emniyet supabı!..
Toplumların çok büyük bir kısmı, daha genç yaşlarda kilitlenmiş beyinlerle yaşamlarını sürdürdükleri için, yaşamdaki sürekli yeni açılımları fark edemiyorlar!..
Toplumsal şartlandırmalar, beyin kilitlenmelerinin en büyük oluşturucusu!
Daha çok küçük yaşlarda başlayarak, beyinler pek çok konuda kilitlenmeye başlıyor!
Bir vesile ile bir şeyin orada olmayacağı yolunda bir fikir oluşmuşsa sizde; artık o şey orada gözünüzün önünde olsa bile onu göremezsiniz! Sanki kör olmuşunuzdur!
Bu bireysel beyinlerde oluşan blokaj körlüğü, bazen toplumsal körlük şeklinde de açığa çıkar...
***
Görünmezlerin, bilinmezlerin önündeki perde, çoğu zaman bizdeki bu kilitlenmelerin oluşturduğu blokajlardır! Bazen de, bizdeki bu kilitlenmeleri bilenlerin, o perdeleri kullanmalarıdır...
Kişinin eline aldığını veya karşısındakini “OKU”yabilmesi için ilk şart, geçmiş tüm veri birikimini bir yana koyarak, onlara dayalı değerlendirmelerini devreye sokmayarak, tamamen objektif, yorumsuz olmasıdır.
İş, elindeki metinde veya karşısında anlatanda, işaret yollu, misal veya mecaz yollu dillendirmelere dikkat etmesi şarttır!
Önemli şart... Kesinlikle, “ben bunu zaten biliyorum, duymuştum-okumuştum” önyargısından uzak durup, asla peşin hükümlü olarak konu hakkında hüküm vermemektir!
Ola ki, o anda sizde o konuda yeterli açıklık oluşmadı... Bu defa o konuyu sakın inkâr veya reddetmeyin... Hüküm vermeden, değerlendirme işini zamana bırakın... Zira, ya o konuda yeterli veritabanınız olmadığı için o konuyu anlayamamışsınızdır; ya da daha önceden o konuda vermiş olduğunuz bir hükümle beyninizi kilitlemişsinizdir! Bu durumda yapılacak en iyi iş, kendinizi o konuya sürekli açık tutmak olacaktır.
***
Bilelim ki, verdiğimiz hükümlerin neredeyse pek çoğu, bizim, sonsuz evrensel gerçeklik içinde sayısız sırdan mahrum kalmamıza yol açan, en önemli faktör olmaktadır.
Düşünce dünyamızı oluşturan kozamız, çoğu zaman evrensel araç olarak bizi sonsuz yeniliklere taşımak yerine; düşünsel hücremiz şeklinde hapishanemiz olmaktadır!..
Düşünün, evrende ve Dünya’da, her şey, her an yenilenmektedir!..
Siz siz olun, beyninizdeki kilitlerinizden kurtulmaya bakın...
|