Yazı başlığının içeriğini, gittikçe biriken
istikrarsızlıkların, her an bir durum değişikliğine yol
açacak düzeye gelmesi şeklinde açıklamak mümkün.
Bir paradigma:
Düz bir zemin üzerine yavaş yavaş dökülmeye başlayan
kumlar, önce bir tepecik oluşturuyor, sonra bir aşamada,
tepeciğe eklenen kum tanesi tepenin yıkılmasına yol
açıyor.
Kum tanelerinin birikmesi, çizgisel olmayan bir şekil
içerdiğinden, statik şekilde yıkılmanın ne zaman ve
nerede gerçekleşeceğini saptamak olanaksızlaşıyor.
Ancak, kum taneleri biriktikçe kum tepeciği içinde,
giderek artan oranda, gelişigüzel dağılmış, istikrarsız
alanların oluştuğunu gösteriyor. Bu aşamada tepeciğe bir
düşen kum tanesi, bu istikrarsız alanlardan birine
rastlarsa yıkılma başlıyor.
Kritik durum, A’ dan Z’ ye hemen herkesin yaptığı
yanlışlıkların sonucunda yaşamak zorunda kalacağı bir
andır. Bu süre içinde birey, önceden gereken muhasebeyi
yapar. Kâh kendini haklı bulur, kâh eksik yanlarını
görür. Ama sonuçta, içinden çıkamayacağı durumların
kendisini beklediğini fark eder.
Rivayet ederler ki…
Bir gün, anne balık yavrularını etrafına toplayıp
karşılaşabilecekleri tehlikeler hakkında nasihate
başlamış. En büyük tehlike olarak gördüğü oltalardan
uzak durmalarını öğütlemiş, ardından sıra, olta
çeşitleri hakkında bilgi vermeye gelmiş.
Yavruları küçük olduğu için denizin sığ bir yerinde
uyarılarını yapıyormuş. Birden üstlerine serpme, yani
daire şeklinde, kenarları kurşunlu bir ağ atılıvermiş.
Anne dersini şöyle bitirmiş:
“Bundan kurtuluş
yoktur”.
Burada bizi ilgilendiren duruma göre; işimize yarayacak
bazı sonuçları elde etmek mümkün.
Şöyle ki; kritik nokta var, maddi ölçülerle bağdaşır,
üzerinde pek durmaya gelmez. “Dünya hali” diyerek geçip
gidilir. Ruhsal kritik anlar söz konusudur; örneğin, bir
mertebeyi arzu etme ateşi ile yanıp tutuşulur, sonra bu
meraktan irade ile vazgeçilir, ortalık toz duman
olmadan, kritik durum hasıraltı edilir, rahatlanır.
Ancaaak!...
Bazı durumlar var ki telafisi kolaylıkla mümkün olmaz.
Kimliğini unutup, bir kişiyi rakip gibi görmek, onunla
at başı yol aldığını düşünmek, kuvveden fiile çıkmadığı
halde, bütün düşüncelerini, bütün görüntüsünü, bütün
fikirlerini örtüp sonra birden “onda mevcut olan
bende de var” biçiminde davranışlar içine girmek
gibi.
Birey aklını kullanmayıp vehmine uyarak bu noktalara
geliyorsa işler değişir. O kadar ki, sahte tavırları,
zamanla dinin kurallarına uymama telkinine kadar varır.
Hem “Allah’tan perdelenir, hem de kendini beden
zindanları” içinde, en büyük rakibi olan düşmanının
(bedeninin) arzuları istikametinde bir yaşama girer ki,
bunu dille anlatabilmek, değerlendirebilmek mümkün
olamaz.
Hiç kimse için temenni edilmeyen kritik nokta işte
budur.
Sonuçta, insanların toparlanması için “tepeden gelen
bir lütuf” olmazsa zaman içinde o birey hatıraları
ile birlikte madde boyutunda “İç bade güzel sev, var
ise aklı şuurun” makamında, beden çukurunda,
miskin ve zavallı bir halde yok olur gider.
Artık kontrolünü kaybetmiş şekilde, dünyaya itibar
etmediğinden, olayları gönül gözüyle görüp
değerlendirdiğinden, her türlü baskıya boyun eğdiğinden,
disiplin ve kurallara uyduğundan, bütün bunları da
yenilikçilik, hoşgörü adına yaptığından bahsetse dahi
kimseyi inandıramaz.
İmrendirme hareketleri iğrenç olarak algılanır.
Unutulmamalı ki küçük kritik noktalar, yukarıda örneğini
verdiğimiz kum tepeciklerini oluşturur. |