Kritik durumlar!
Ahmet F. Yüksel
 

Yazı başlığının içeriğini, gittikçe biriken istikrarsızlıkların, her an bir durum değişikliğine yol açacak düzeye gelmesi şeklinde açıklamak mümkün.

Bir paradigma:

Düz bir zemin üzerine yavaş yavaş dökülmeye başlayan kumlar, önce bir tepecik oluşturuyor, sonra bir aşamada, tepeciğe eklenen kum tanesi tepenin yıkılmasına yol açıyor.

Kum tanelerinin birikmesi, çizgisel olmayan bir şekil içerdiğinden, statik şekilde yıkılmanın ne zaman ve nerede gerçekleşeceğini saptamak olanaksızlaşıyor.

Ancak, kum taneleri biriktikçe kum tepeciği içinde, giderek artan oranda, gelişigüzel dağılmış, istikrarsız alanların oluştuğunu gösteriyor. Bu aşamada tepeciğe bir düşen kum tanesi, bu istikrarsız alanlardan birine rastlarsa yıkılma başlıyor.

Kritik durum, A’ dan Z’ ye hemen herkesin yaptığı yanlışlıkların sonucunda yaşamak zorunda kalacağı bir andır. Bu süre içinde birey, önceden gereken muhasebeyi yapar. Kâh kendini haklı bulur, kâh eksik yanlarını görür. Ama sonuçta, içinden çıkamayacağı durumların kendisini beklediğini fark eder.

Rivayet ederler ki…

Bir gün, anne balık yavrularını etrafına toplayıp karşılaşabilecekleri tehlikeler hakkında nasihate başlamış. En büyük tehlike olarak gördüğü oltalardan uzak durmalarını öğütlemiş, ardından sıra, olta çeşitleri hakkında bilgi vermeye gelmiş.

Yavruları küçük olduğu için denizin sığ bir yerinde uyarılarını yapıyormuş. Birden üstlerine serpme, yani daire şeklinde, kenarları kurşunlu bir ağ atılıvermiş.

Anne dersini şöyle bitirmiş: “Bundan kurtuluş yoktur”.

Burada bizi ilgilendiren duruma göre; işimize yarayacak bazı sonuçları elde etmek mümkün.

Şöyle ki; kritik nokta var, maddi ölçülerle bağdaşır, üzerinde pek durmaya gelmez. “Dünya hali” diyerek geçip gidilir. Ruhsal kritik anlar söz konusudur; örneğin, bir mertebeyi arzu etme ateşi ile yanıp tutuşulur, sonra bu meraktan irade ile vazgeçilir, ortalık toz duman olmadan, kritik durum hasıraltı edilir, rahatlanır.

Ancaaak!...

Bazı durumlar var ki telafisi kolaylıkla mümkün olmaz. Kimliğini unutup, bir kişiyi rakip gibi görmek, onunla at başı yol aldığını düşünmek, kuvveden fiile çıkmadığı halde, bütün düşüncelerini, bütün görüntüsünü, bütün fikirlerini örtüp sonra birden  “onda mevcut olan bende de var” biçiminde davranışlar içine girmek gibi.

Birey aklını kullanmayıp vehmine uyarak bu noktalara geliyorsa işler değişir. O kadar ki, sahte tavırları, zamanla dinin kurallarına uymama telkinine kadar varır.

Hem “Allah’tan perdelenir, hem de kendini beden zindanları” içinde, en büyük rakibi olan düşmanının (bedeninin) arzuları istikametinde bir yaşama girer ki, bunu dille anlatabilmek, değerlendirebilmek mümkün olamaz.

Hiç kimse için temenni edilmeyen kritik nokta işte budur.

Sonuçta, insanların toparlanması için “tepeden gelen bir lütuf” olmazsa zaman içinde o birey hatıraları ile birlikte madde boyutunda “İç bade güzel sev, var ise aklı şuurun” makamında, beden çukurunda, miskin ve zavallı bir halde yok olur gider.

Artık kontrolünü kaybetmiş şekilde, dünyaya itibar etmediğinden, olayları gönül gözüyle görüp değerlendirdiğinden, her türlü baskıya boyun eğdiğinden, disiplin ve kurallara uyduğundan, bütün bunları da yenilikçilik, hoşgörü adına yaptığından bahsetse dahi kimseyi inandıramaz.

İmrendirme hareketleri iğrenç olarak algılanır.

Unutulmamalı ki küçük kritik noktalar, yukarıda örneğini verdiğimiz kum tepeciklerini oluşturur.

 

 
 
İstanbul - 31.01.2009
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com