Farkında olmadan
kullanmayı-kullanılmayı
içgüdülere
bırakıyorum, ama
bu kavramı
masaya yatırıp
bir güzel analiz
etmek gerekir
diye
düşünüyorum.
Kanaatime göre,
farkında olarak,
bilinçli şekilde
kullanmak ve
‘içgüdülere’
uygun bir tarzda
bu işlevi
sürdürmekle
birlikte, eğitim
amaçlı
kullanışlar da
söz konusudur.
Ayrıca, size çok
tuhaf gelecek,
ama hayatına
tahakküm
edilmesini
isteyen ve buna
imkân verip,
büyük haz duyan
kimseler de var
aramızda.
Böylelerin
varlığına da
tanık oluyoruz.
Bu türlerden
kimileri sonuca
ulaşıyor,
kimileri ise
sadece
kullanılmakla
yanıp tutuşuyor,
yerinden bir
milim
kıpırdamıyor,
öylece kalıyor.
Şaşkın ördek
gibi
ortalıklarda
dolaşıp duruyor.
Ayrıca
“yılların
biriktirdiği
klişelerle
mücadele etmek”
zorunda kalıyor.
Farkında olarak
kullanmayı
benimseyenler,
herhalde
toplumda
“nerde
durduklarından”
emin
olmayanlardır.
Hırslarını-emellerini
gerçekleştiren
yapıların içler
acısı durumu,
hepimizi
kara-kara
düşündürmektedir.
Bu kesim için
fazlaca
söylenecek bir
şey yok.
Bir kere
yönlendikleri
kişiyi
tanımıyorlar,
hakkında hiçbir
fikirleri yok.
Sadece ‘çok
yararlı oldu
söyledikleriniz’
diyerek,
samimiyetle
İslâm
hakkında
bekledikleri
umudu ve sevgiyi
dile
getiriyorlar.
Her ne kadar
gayret
içindeymiş gibi
görünseler de
‘sevgili
peygamberim’
sınıfında yer
alıyorlar.
Ne kendilerine,
ne de
etraflarına
fayda temin
etmeyen, böylesi
yaklaşımlar
içinde
bulunmaktan haz
duyan kimselere,
benim yine de
büyük saygım
var.
Bu konuda
yapılan
açıklamalar
bitti diyebilir
miyiz?
Hayır…
Kullanma
konusundaki
tartışma daha
netleşmedi.
Çünkü daha
sıralamak
zorunda
kaldığımız
birçok yanı
bulunuyor.
Bu saydıklarımın
en ilginci,
“Sistemin düzeni
içinde beşeri
münasebetleri
gerçekleştirirken,
bunu
denemeye-uygulamaya
kalkmak”,
aykırı bir
durum var mı yok
mu demeden,
kuralları hiçe
sayarak
uygulamaktır.
Böylece sizin de
fark edeceğiniz
şekilde, menfaat
duyguları ön
plâna çıkacak,
istekler-arzular
yerine
getirilecektir.
İşin ilginci,
bazı uygulamanın
“farkında
olarak”
yapılması, ancak
sonunun neyi
getireceğinin
asla
düşünülmemesidir.
Bunun daha çok
içgüdülere uygun
bir yaşam
tarzını sürdüren
mental hayvan
konumundaki
yapılara
yakışan bir hal
olduğunu bilmem,
söylememe gerek
var mı?
Biraz daha
açalım:
Tabi, bunu
yaparken kişinin
hayvani bir
lezzet aldığını
söylememe gerek
yok.
Bilerek
kullananlara
gelince;
onlar gerçeği
ortaya koymak
için ne
söylenmesi, ne
yazılması
gerekiyorsa
söylemişler ve
kullandıkları
kişiyi özel
eğitime tabi
tutarak, onun
belli bir idrak
noktasına
gelmesini temin
etmişlerdir.
Böylesi bir
alışverişte
kullanan,
inanılmaz bir
sevgi ile her
şeyi
düzenleyerek,
kullanılma
durumunda olan
bireyi eğitir,
ayrıca dışsal
etkilerden
korur.
Kullanılana
karşı duyulan
‘sevgi’,
çıkmazlara karşı
adeta bir
“katkı görevini”
üstlenir.
Bunun en
muhteşem
örneğini,
Şems-i Tebrizi
ile Mevlâna,
ve Taptuk
ile Yunus
Emre
arasında
görüyoruz.
Aralarındaki
bağların bütün
müşkülata rağmen
nasıl devam
ettiğinin
farkındayız.
Yetişenlerin
başındaki
mahaller yani,
gerek Şems,
gerekse
Taptuk,
ne yapmak
durumunda iseler
onu yapmakta
tereddüt
etmemişler ve bu
iki güzide
veliyi
“Velayet
kurumuna”
armağan
etmişlerdir.
Şüphesiz ki
günümüzde, bilim
dünyamızı,
“huy ve
karakter”
yapımızı
değiştirecek
öncü insanlar
mutlaka vardır.
Hepimiz onların
yardımlarına
ihtiyaç
duymaktayız.
Şimdi bu aşamada
söylemek
istediğim bir
çift söz var:
Allah yoluna
talip olup da
hayatına
karışılmadan
yaşamayı
yeğleyen kimse,
kendini
aldattığı gibi,
durduğu yerden
bir adım dahi
ileri gidemez.
Ancak teslim
olur, yetişmeyi,
bir anlamda
kullanılmayı
kabullenirse,
mesele
farklılaşır,
arzu edilen
netleşir, somut
hale dönüşür.
Bu yönde Hz
İsa’nın bir
sözü ile yazımı
noktalıyorum.
“Kurtlar arasına
kuzu gibi girin
de sizi
parçalasınlar.” |