Bir bütün olarak mütalaa edildiğinde, Kuran’da geçen, Allah’a ait ifadeleri iki temel grupta toplamak mümkündür.
İlk bölümü oluşturan hükümler, sembolik /mecaz/ misaller niteliğinde olup, şekilci bir anlayışı dile getirmektedir. Örnek olarak Allah’a, “iki el, yüz, işitme ve görme, konuşma, bilgi, irade, kudret, acıma, öç alma, öfkelenme, kasem etme...” gibi nitelikler yakıştırılan ayetleri verebiliriz.
İkinci gruba ise Allah’ı mücerret (soyut) bir hüviyetle betimlemeye çalışan hükümler girmektedir. En belirgin olanı Allah Resulünce, “Kuran’ın üçte biri” olarak tanımlanan Ehad suresidir. İçeriğinde Mutlak Varlık’ ın, doğmamış ve doğrulmamış olduğunu, eşi ve benzerinin bulunmadığını, onun dengi hiçbir şeyin bulunmadığını dile getiren ifadeler bulunmaktadır.
Birinci grup hükümler, insanın algılama kapasitesine göre Allah’ ı tarif etmektedir.
Bu tür tanımlama teşbih, yani idealize edilen bir insan anlayışını, ikinci grup hükümlerdeki tarifler ise soyut bir varlığın bilinemezci (agnostik) yanlarını sergilemektedir.
Kuran’ın, Yaratıcı’ daki bu ikilemci görüntüsü, muhakeme ve tefekkürden yoksun İslam dünyasında önemli tartışmalara zemin hazırlamış ve iki farklı Yaratan anlayışının doğmasına neden olmuştur. Erken dönemde ortaya çıkmış fırkalar, yani itikadi mezheplerden bir kısmı, teşbih yönüyle anlatılan Allah anlayışını benimserken; mutezile, eşariler, maturidilerden oluşan bir grup ise Allah’ın bilinemez bir konumda oluşunu tasvip etmekle kalmamış, bu yöndeki değerlendirmelerini, İslâm’ın diğer kesimlerine yansıtmada da yoğun bir çaba göstermişlerdir.
Konunun derinliğine vakıf olamayan bu tutum, kuşkusuz Allah/insan arasında bir perdenin yerleşmesine, temelde Kuran’ı algılamada sapmalara ve kişilerin kendi hayallerinde biçimlenen bir İlahın doğmasına vesile olmuştur.
Değerli dostlarım, çoğu kez değindiğim gibi, Kuran’da birçok yerde “İlah” kavramı geçiyor. Kuran’ın özü itibariyle bu sözcüğün, insanı bilinçlendirmek gayesiyle kullanıldığı ortadadır.
“İlah” kavramı, tapınılacak bir varlıkla değil, tüm boyutları kapsayan bir başka boyut, Ulûhiyet kemalâtı ile alâkalıdır.
Şayet, tevhidin orijin manası idrak edilebilse, Yaratıcıyı İlahlığa bağlamanın doğru olamayacağı anlaşılırdı.
Nitekim,Kuran’da, Allah’ı tanımlamada kullanılan “Rabbu külli şey”, “Rabbul alemiyn”, “Rabbül’ meşarik’i velmağrib’i”, gibi ibarelerle anlatılan örnekler var. Ama “İlahel’Alemiyn”, “İlahe külli şey”, “İlahüssemavati vel’arz” gibi betimlemeler yok. Bu bulguların olmaması tezimizi teyit eder. Dikkât ederseniz, bu tür kavramların başlarında “Rab” sözcüğü bulunurken, “İlah” geçmemiş ve hiç kullanılmamıştır.
Öyle anlaşılıyor ki, Kuran hükümlerinde geçen tüm bu açıklamalar; “Seni, iki elimle yarattığıma secde etmekten alıkoyan nedir?” ayetinde olduğu gibi, topluma ait bir kültürün temel olması,insan beyninin yerleşik veri tabanı, yani zihinsel düzeyiyle ilintilidir.
Hiç kuşkusuz, zaman ve mekândan bağımsızlığı tanımlayan ALLAH kavramı, yukarıdaki, özellik arz eden değerlendirmelerle vasıflandırılamaz.
Kuran’ın kıyamete kadar, her asırda geçerli olan genel hakikâtleri içerdiğini ( burada gelişen teknolojiyi kastettim, yoksa hakikât tektir ve değişmezdir), temel bir nedenden yoksun ve içi boş ideolojik bir kelam bütünü olmadığını söylemek, en gerçekçi tanımlama olmaktadır.
|