Mana insanı olabilmek

 

     Hemen herkesin çeşitli takıntıları vardır. Bir konu üzerinde fazlasıyla düşünebilir, zor durumlara girer veya tam tersine, bunların üstesinden gelir ya da sivrilip olumlu düşünceler üretebilir, önemli mevkilere gelebilir, yani misyon sahibi olur. Fakat, bütün bunlar adam olmaya yetmez, yine de eksik tarafları kalır. Adam olmak için daha farklı meziyetler gereklidir. Onlar yeri geldiğince ortaya çıkar, hataların üstüne gidilerek tamir görür. Ve kişi hak ettiği noktaya ulaşır. Oysa “mana insanı” olabilmek çok daha anlamlıdır ve her kula nasip olmaz. Dondurulan, kalıplaştırılan fikirlerle bu tavra ulaşabilmek oldukça zordur. Allah ehli diye anılabilmek için, “yenilenmek, ezberciliği saf dışı bırakmak” gerekir. Maneviyatı kurtarma adına, eskiye bağlı bilgilerle yaşayan, kayıtlı; kurtulan ise daima canlı kalır.

     Çünkü o, özden gelen bir bilgiye ve taze enerjiye sahip olur.  

     Anımsayalım ne demişti ‘Şems’, nasıl hitap etmişti yetiştirdiği mahal için: “Ey mana âleminin sarrafı Mevlana!”

     Mevlâna, çokluk görüntüsünden, bir anlamda “beş duyunun” tesirinden kurtulup “esma boyutuna” öyle bir demir attı ki, Şems Hazretleri bunu söylemek durumunda kaldı.

     İşte bu nokta üzerinde biraz durmak gerekiyor.

     İzin verildiği ve uygun görüldüğü kadarı ile anlatmaya çalışayım.

     Eskilerde tasavvuf ehli “madde ile manayı” ayırır, maddeyi terk edip mana peşinde koşardı. Doğa üzerindeki tüm olaylar madde kapsamında mütalaa edilir, canlı ve cansız varlıklar şeklinde ikiye ayrılırdı. Din, bu temel anlayış üzerine oturur ve gelişirdi. İnsanlar sorunlarına çözüm bulma aşamasında bu hususlara özenle dikkat ederken, ona göre de karar verirlerdi. O nedenle bazı şeyler, fiziksel olmayan güçlere dayandırılmak istenir, fiille beraber failin yaratıcısı konumunda bulunan Halik de işin içine karıştırılırdı.
O günün insanı, bugün ortaya çıkan “madde ve mana diye ayrım yoktur” şeklindeki görüşün iptal edilip “yalnızca mana vardır” diye kabullenilmesini aklının ucuna bile getiremezdi.

     Bu sistem aralıksız şekilde 20. yüzyılın başlarına kadar devam etti.

     Ancak, bilim ise bütün bunları farklılaştırdı. Anlayışlar ilk kez değişip ışık hızına erişti. Artık insanlar at arabasıyla değil de benzin tedarikli vasıtaları tercih eder oldular. Ayrıca “araba olmadıklarını” arabanın sürücüsü olduklarını anladılar. Araba sürücüsünün araba ile ilişkilerini sınırladılar ve arabayı terk ettiler. Burası çok önemli; bu anlayışta birey yok, çokluk/kesret de yok. Beyinde mevcut olan bilinç, şuursal konuma döndü. Artık  Esma-ı ilahiyeyi algılayabilir bir hale geldiniz demektir.

     Ama bu aşamalar biraz farklı da olsa şu sonucu getiriyor: Sadece “mana vardır” görüşünü kabul etmekle birlikte, radikal bir anlayışla, mana ile madde bir “bütündür şeklinde düşünmek”, gündelik hayatımızda ve yaşanılan her olayda manayı, yani soyut boyutu müşahede etmek, kanaatimce doğru bir yaklaşım olmaz mı?

     Bu açıdan konuya bakıldığında inançlarımız dâhil olmak üzere her şey “fizik ve doğa” yasaları ile açıklanabilir. Hiçbir zaman gerçek anlamda maneviliği bulamayanlar, bu noktada

 

 

sözünü ettiğimiz yere varabilir. Esasen bunun teyidini astroloji bilimi yapıyor. Yükselen burç kolaylıkla tespit edilirken, bebeğin davranışları “doğa kanunu sayesinde” programlanabiliyor. (Doğum saatleri ayarlanabiliyor).

     Benzer durum, telepati dediğimiz olgu için de geçerli. Telepati “beyinlerin yaydığı dalga boylarının diğerlerince algılanışıdır” denebilir. Bu bir iddia değil, realitedir.

     Bu ayrıntılar çok önemli olmasına karşın yine de yüzeysel, eski dille söylüyorum, varlığın afakî yanı oluyor. Bir de enfüsi yani içsel tarafı var. Bu boyutta diğer adıyla kuantum boyutunda sadece mana var. Evet, afakî olanında hareketlerimize kadar uzanan yolun izlerini bulmak mümkün. Afakîlik durumu, misal göstermek gerekirse düşüncenin/bilincin dışa vurumudur. Oysa afak, enfüste mevcuttur. Tohumda ağacın özelliklerinin var oluşu gibi. Enfüs, esma seyridir, o boyutta yaşanır.

     İnsanın kendi hakikatini bilmesi “sadece enfüsün” var olduğunu kabullenmesi ile şekillenir. Peki, bu durumda afak nasıl kabul görecek ve şartları nasıl yaşanacak? Akla gelebilen soru bu. Önce olayı anlattığım çerçevede düşünmek ya da bilinçlenmek, içsellik- enfüs, enfüsün dışa vurumu ise afak-dışsallık veya bilinç şeklinde kabullenmek şarttır. Bu modeli evrensel boyutlara, içselliği esma-ı ilahiyeye, dışsallığı da hareketlerimize verirsek, ‘afak’ı bir hüküm şeklinde kabul edip evrensel bir yaşamı gerçekleştirebiliriz. Yoksa ilahi hükümlerin hiçbir değeri kalmaz. Çünkü esma boyutunda sen-ben, cennet ve cehennem yoktur. Bu işlediğim konu “evliyaullah” tarafından ‘Bekabillah’ anlayışı ile tanımlanır.

     Gerçek olan şu ki; rasyonel olmak, ilmin değerini anlamak ve ona değeri kadar önem vermektir. Enfüsle afakı kıyaslamak, birini diğerine karıştırmak değildir. Hata yapanlar, söz konusu seyri esasen tam anlamıyla gerçekleştiremeyenler, bocalayanlardır.

     Afak kavramı sistem ve hükümlerle alakalıdır. Enfüs ise bu hükümlerin kaynağı olan Esma manalarıdır. Bu bir yandan rasyonel gereklilik, diğer yandan içsel boyut seyridir.

     Diğer yandan da afakî konum; bu boyuta zeytin dalı uzatarak, (bu ifadeyi varlık müşahedesi gereği “hoş görmek” anlamında kullandım, affedicilik manasına gelen hoş görmek anlamında değil) yeri geldiğinde olayların hakkını vererek, kimi zaman tam tersine sert çıkarak (Celal vasfı)  yaşanır.

     Enfüsi hayatı benimseyen, esas alan, öte yandan günlük rutin işlerine devam eder. Beynin deruni bilgilere, ‘sır’ra sahip oluşu ise şuur kapsamında gerçekleşir.

     Bilinç ve şuurun aynı anlamı ifade etmediği, şuurun beyindeki bilinci formatladığı gerçeği kuşkusuz kabullenilmelidir.

     Yukarıda saydığımız bilgilere istinaden söylüyorum; mana adamı olmak, lafla olmuyor sistemi ve üzerinde yaşayanları etkileyecek esma bileşimleri ile meydana geldiğini kabullenmek gerekiyor.

     Şayet böyle bir yaklaşımda bulunursak, çoğu şeylerin ne kadar boş olduğunun farkına varırız. Unutulmamalı ki veliler bu girdaptan kurtulmak suretiyle, kendilerini şuursal bir varlık olarak kabul edip yaşıyor.

     Beden ve ruh şeklinde değil!

     Ayrıca “insan” sözcüğü de bu tavır içinde olanlara atfen kullanılıyor.

 

Please select a language

 
 

 

 
 
| More
İstanbul - 20.01.2010
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com