Bu
yazıyı düşünce yapımızın genelde eskiye dayalı olduğu, o bakımdan mecazların çözülemediği bilinci ile ve bu çok önemli eksiği okurlarımıza hatırlatmak amacıyla kaleme aldım.
Evet, mecazlardan/sembollerden bahsederiz hep, ama nedir, neyi anlatır üzerinde hiç düşünmeyiz. Söylenegelenler bir tekrardan ibarettir. Tekrarın tekrarı da insana hiçbir şey vermez. Bunlar, lafazanlıktan öteye geçmeyen şeylerdir. Ne var ki, kullanılan kavramlar, birçok manaya işaret eder.
Arzu edilen onların içeriğine girebilmek, deşifre edebilmektir.
Örnekleyelim!
İncil, yaradılış için; “Rab, ışığı ve karanlığı…” der. Bu kavramlar, merkezi olmayan “Kuantsal potansiyele”, bilginin/datanın varlığına, değişim ve dönüşümlere işarettir. Beyin, evrendeki "makro beynin", nano plândaki halidir. Namazda kıyam, birimin varlığının Kuantum potansiyelin varlığı ile meydana geldiğini bilmektir.
“Bismillah” sözünde açığa çıkan bir şey yoktur. Kuantum potansiyelde –Rahman’da- sürekli değişimler vardır. Bu dönüşümler rahim ismi ile gerçekleşir. Kuantum potansiyeli tasavvufta Vahdet-i Şuhud ismi ile bilinir. Çünkü kuantum potansiyelde bilgiler seyir gücü ile kendi içinde, bilgi paketlerinin birbirini değerlendirmesidir.
İsmi beyin olanda iman yoktur, beyinde cennet ve cehennem, inzal ve irsal diye bir şey de yoktur. Beyinde karışıklıklar aramak beyhudedir. İSMİ BEYİN olanda input ve output olamaz. Şayet olsaydı SAMED kavramı izah edilemezdi. Beyinde “Neden?”, “Nasıl?” ve “Niçin?” gibi kavramlara da yer yoktur. Miraç, birimin varlığının olmadığını, mevcut olanın sadece esma özelliklerinin yani Kuantum potansiyeli olduğunun algılamasıdır.
Hamd, yine Kuantum potansiyelde ki bilgi paketlerinin birbirini convert edişidir. Rükû, kuantum potansiyelini farkındalık alanında TESPİT ETMEK ve kabullenmektir.
Secde, kuantum boyuta geçiştir. [Bu açıklamaları idrak sonucu dillendirdim...] Bütün bunlar beynin çalışma sistemi ve Kuantum potansiyel, ışığında netlik kazanacaktır.
Tasavvufta sıkça kullanılan Tenzih anlayışı direkt Kuantum Potansiyele işaret eder. Çünkü Subhan olan, "Tanımlanamaz ve Kayıtlanamazdır." Sınırlanamayan ise ötelere atılamaz. Haliyle tenzih de edilemez. Teşbih, somuta dönüktür. (Dikkat edin, adı teşbih zaten)
İsmi beyin olan, seyir için vardır...
Dikkatinizi çekmek isterim, modern fiziğin önde gelenlerinin dediği gibi atom altı parçaların anti’leri yoktur. Haliyle “her şey, karşıtını kendi içinde taşır" sözü yanlıştır. Çünkü tek bir boyut vardır. Bu bakımdan Üstad Ahmed Hulûsi'nindediği gibi tek kare resim dahi mecazidir. AN denilen şey dahi böyledir.
İşte Mevlâna’nın, Muhyiddin İbni Arabî’nin, Hacı Bektaş Veli’nin ve Yunus Emre’nin anlatmak istediği buydu. Ancak günün koşulları yani mevcut bilim-teknoloji buna izin vermedi ve çok sınırlı açıklamalar, yaptılar. Bu da gayet tabidir ve normaldir.
Vardığımız nokta; bilimle dinin aynı gerçeği desteklediği yönünde. İşin doğrusu, mecazi kavramların açılımını bilimin yapması. Şayet eskide kalmış sözcüklerle dini anlamaya devam ediyorsanız, kavramların içerdiği boyuta geçemiyorsunuz demektir.
Değerli okurlar! Değişim/dönüşüm hareketini başlatan belli. O'nun anlatmak istediği sisteme yaklaşım yapabilmek gayesi ile devede kulak kabilinden bu basit açıklamaları yaptım.
Acizane görüşlerim böyle.
Realite, değişik zamanlarda değişik şeyler söylemek, yazmak, yaşamak için dünü unutmak ve derin bir sorgu alanı yaratmak, özetle bu olguyu kâğıt üzerinde bırakmadan harekete geçebilmektir. Bunlar kolay ulaşılabilen şeyler değildir.
Her alanda olduğu gibi, eskinin sınırlamasından kurtulup, hedefi saptama gereği vardır. Sizde bu imkânı kendinizde bulabilirsiniz.
Benim dikkatimi çeken şeyin, yenilenme işinin "farkındalık sırrına" varmakla ve eskiyi terk etmekle başlaması. [Bilginin işlenme sürecinde mevcut veri tabanında tarama yapılması ve bunun neticesinde farkındalık alanında açığa çıkması söz konusudur.]
Şayet tanıyıp bilseydiniz bir daha asla arkanıza dönüp bakma gereği duymazdınız derim.
|