İnsan
yapısı
ceninin
anne
rahmine
düştüğü
andan
itibaren
periyodik
olarak
doğum
anına
kadar ve
doğum
sonrasında
biyolojik,
fizyolojik,
psi-kolojik
açıdan
astrolojik
etkilerle
ve
bilinmeyen
nedenlerle
değişime
uğra-maktadır.
Bir arap
şairi de
bu
bağlamda
"Değişmeyen
tek şey
değişimdir"
demiş.
Bu söz,
son
derece
anlamlı
olup,
ayrıca,
yaşanarak
dillendirildiği
bellidir.
Başkalaşım
benim
aklıma
he-men
bütünlüğü
ve buna
bağlı
olarak
"ALLAH
HER AN
YENİ BİR
ŞEN’DEDİR"
ayetini
hatırlatıyor.
Kaldı ki
ayrıca
‘O’ nun
varlığı
ile kaim
olan
evrende
her
canlının
dahi
deği-şebileceğini
gösteriyor.
Tabii bu
kanaate
varmak
için,
Hâlik
(Yaratan)
ile
mahlûk
(yara-tılmış)
arasında
temel
bir
ayrıma
gitmememiz
şart.
Yani
temelde
bir
buluşma
gerekiyor.
Böylece
karışıklık
ortadan
kalkmış
olur,
taşlar
yerine
oturur.
Değişim
için
“gerekli
faktörleri”
dikkate
almak
zorundayız.
Bunları
algılamadıkça
sağlıklı
bir
başkalaşma-nın
gerçekleşeceğine
dair bir
bilgi ve
kanaate
sahip
olamayız.
Her şey
değişir.
Varlık
âleminde
değişmeyen
hiçbir
şey
yoktur.
İster
canlı
ister
cansız
varlıklar
olsun,
[Aslında
cansız
denilen
şeyler
dahi
canlı
organik
bir
yapıdır]
isterse
kâinatı
adeta
bombardımana
tutan
kozmik
etkiler,
beşeri
değer
yargıları,
göremediğimiz
diğer
yapılar
vs.
olsun,
aklınıza
ne
gelebiliyorsa
değişir.
Bazı
soyut
özellikler
vardır
ki,
onlarda
dahi
değişim
emareleri
görülür.
Ayanı
sabitenin
de-ğişmezliği
yanı
sıra
levhi
mahfuzun
değişebilir
oluşu
gibi.
Levhi
Mahfu-zun,
Ayanı
Sabite'de
mündemiç
olduğu
dikkate
alınırsa
bu
değişim
algılanır,
fark
edilir.
Anlaşılacağı
gibi,
zamana
karşı
varlığını
koruyan
hiçbir
şey
yoktur.
Varlık
âleminde
kesintisiz
akıp
giden,
atıl bir
halde
kalmayan
deği-şim,
sürekli
hareketlilik
halinde
olduğunu
bize
birçok
yönü ile
fark
ettirir.
Ancak
başkalaşmayan,
sadece
Allah'tır,
O'nun
dışında
her şey,
tecellileri
dâhil,
aynı
kalmaz
yani
değişir.
Mistisizm
bu
farklı
hususlara
işaret
eder.
Tebdil,
"ikame
etmek"
anlamına
gelir.
Örneğin,
Allah
Rasulü
(s.a.v)
bir
hadisinde
“Tebdili
mekânda
fe-rahlık
vardır”
demektedir.
Buradan
çıkan
sonuç
şudur:
Bir
başka
beldede
ikame
etmek,
‘tebdil
etmekle’
mümkün
olduğuna
göre,
tebdil
(de-ğişim)
ile
gelen
ferahlıktan
bahsedil-mektedir.
Tarih
boyu
özellikle
Osmanlı
Padişahlarının
çoğu
kere
başvur-duğu
tebdili
kıyafet,
bir
anlamda
‘giysi
değiştirmek
(makyajlanmak)
anlamına’
gelir
ki, bu
işlev de
bir
tebdil
hareketinin
sonucudur.
Ancak bu
bahsini
ettiğimiz,
ruhsal
olmayan,
çokluk
görüntüsü
altında,
yasak-larla/davranışlarla
ilgisi
olan
maddi
anlamda
bir
değişimdir.
Değiştirme
anlamını
taşıyan
tahvil
kavramı
da bahsi
geçen
sınıfta
yer
alır.
Bir
başka
değişim
örneği
ise
tağ-yirdir.
Tağyir,
içe
yapılan
yolculukla
ilgilidir,
özetlemek
gerekirse
zaman-sız
ve
mekânsızlığa
ulaşım
değişimi-dir.
Şayet
bir
birimde
içsel
dönüşüm-yani
tağyir-
var ise,
dine
bakış
açısı
tutum ve
davranışlar
da yüz
seksen
derece
farklılaşır.
Cemiyet
hayatında
değişim,
modernlik
kavramı
ile
birlikte
anılır.
İnsan ve
toplumun
ilk defa
değişme-si;
modernleşmesi,
çağdaş
bir
yapıya
sahip
olması
anlamına
gelir.
Mistik
yönlü
modernlikle
ilgili
hususları
şöyle
söylemek
mümkün:
Hz.
Âdem'den
(a.s) bu
yana -
Hz.Âdem
ve diğer |
|
Nebi
ve
Rasuller
de dâhil
olmak
üzere -
insanlar
değişiyor,
sürekli
bu
olguyu
yaşıyorlardı.
Nebi
ve
Rasûllerin
tekâmül
edişi,
kendi
aralarındaki
farklılığı
oluşturdu.
Beşeri
bir
düşünce
olarak
deği-şimi,
sadece
modernliğe
indirgeme-nin
doğruluğunu
ileri
sürenler
hata
eder.
Şayet
böyle
kabul
edilseydi,
Mücedditler
tecdit
görevini
ifa
edemezdi.
Aksini
iddia
edenler
ve bu
yönde
meşruiyet
arayanlar
ise boşa
kürek
çekerler.
Burada
bizden
istenen
"değiş-mek"
ise,
ister
kabul
görsün
ister
reddedilsin,
düşüncelerimize
/
hareketimize
yön
verme
durumunda
bulunan
Batı
dünyası
oluyor.
Buna
göre
algılamamız
fark
edip
değişiyor
ve
mecazlar
terk
ediliyor. Ne
kadar
bağnaz,
tutucu
/kalıpçı
olsak da
bu
felsefeyi
kabullenmek
zorunda
kalıyoruz.
Esasen,
Hakikatte
söz
konu-su
olan
değişim
budur!
Bu olgu
belki
adaptasyon
devresi
- süreç
isteyebilir.
Ancak
varacağımız
nokta
burasıdır.
Kendimizi
Batı'ya
ne kadar
uyarlayabilirsek,
"olumlu
yönde"
Dini
algılamada
değişmemiz
mümkündür.
Bu
halde,
dinde
anlatılan
pek çok
konunun
mecazi
olduğu
kanısına
varırız.
Şayet kendimizi
“Batı'ya
adapte
edemiyorsak”
yalnızca
fıtri
kulluğumuzu
ifa
ediyoruz
diyebiliriz.
Buna
göre
kapasitemizin
sınırlı
seviyelerde
kaldığını
kabullen-memiz
şart
olur.
(Bu
arada
Kuran’da
çoğu
yerlerde
hakim
olan
mecazi
kavramların
üstüne
gidiyorken,
birçok
yönde şu
yukarıda
saptadığımız
değişim
ha-reketine
bilimsel
açıdan
yaklaşa-rak,
yeniden
yorumlanması
gerek-tiği
kanısındayız.)
Kimilerine
aykırı
gelecek
biliyo-rum,
ama
maalesef
"Tutucu,
gerici,
çağdışı,
irticacı"
gibi
bilu-mum
tanımlamalar,
bu
şekilde
erase
edilebilir.
Arınmış
bir
bireyde
bu
kavramlar
bir şey
ifade
etmez.
Aklı
başında
“İslam
bireyi”
mutlaka
ama
mutlaka
bu
hususları
dikkate
almak
zorundadır.
Şayet
eskiden,
eski
bilgilerinden
vazgeçe-meyenler
söz
konusu
ise,
onlardan
hiçbir
şey
çıkmayacağını,
eski tas
eski
hamam
durumun
olacağını
ve
mevcut
anlayışlar
değişmedikçe,
hurafenin
de asla
durdurulamaya-cağını
belirtmekte
fayda
var.
Bakın,
Efendimiz
(s.a.v)
bizlere
bu yolu
gösteriyor.
“Kıyamete
yakın
zamanda
varlık
güneşi
batıdan
doğacaktır”
diyor.
Bahsettiği
kıyamet,
nesille
ilgilidir.
Sistemde
değişim
olmadığına
göre
“Güneşin
batıdan
doğmasının”
imkânı
yok. O
halde
mecazen
kullanılan
sözde,
bize
açık bir
şekilde
“Batı
ilmini”
takip
edin
denmektedir.
Bu arada
akla
gelebilen
soru şu:
Batı
ilmi ile
ilgilenildiğinde
ne
olacak?
Hemen
yanıtını
veriyorum;
ÇAĞDAŞ
BİLGİYE
ulaşmak,
yani
değişmek,
Allah
Rasûlü’nün
getirdiği
İslâm
dinini
algılamak
anlamına
geliyor.
Bu
yaklaşım
sonuçta,
senin
dünyada
ne gaye
ile var
olduğunu
gösteriyor.
Şayet
inatla
eski
bilgilerinde
devam
edersen,
söz
konusu
koşullar,
birim
gibi
yaşamana,
“Allah’tan
perdelenmene”,
özetle
şirke
davetiye
çıkaracaktır.
Allah’ın
affetmeyeceği
günah
ise
şirktir.
Oysa
bahsini
ettiğimiz
düşünce
tarzı
Allah’a
şirk
koşmaz.
Aksine,
onun
varlığı
yanı
sıra
hiçbir
şeyin
olmadığını
idrak
ettirir.
Doğru ve
arzuya
şayan
olan
değişim;
kema-le
erme,
böylesi
bir
yöneliş
ve bu
hareketle
gerçekleşir.
|