Mekarimi
Ahlâk,
Allah’ın
ahlâkı
ile
ahlaklanmaktır.
Allah’ın
bizim
ahlâkımıza
benzer
bir
konumu
olmadığına
göre,
ilk
etapta
onun
gibi
davranmak
manası
akla
gelmektedir.
İşte
ideal
olanı bu
davranış
biçimidir.
Bu
ahlâk,
bir
bakıma
kalıba
sokulmayan,
her
isteyenin
ona
biçim
vermesi
anlamına
gelmeyen,
engellenemeyen,
aksatılamayan,
bozulamayan
bir
davranıştır.
Kimileri
davranışlarıyla
ilgili
olarak
lafı;
Biz
öyle
olsun
istemedik,
maalesef
yanlış
anlaşıldı
gibilerinden,
"baskılar
sonucu
bu
şekilde
hareket
etmek
mecburiyetinde”
kaldık
demeğe
getirebilir.
Ne ki
böylesi
eylemler, mekarimi
ahlâkla
bağdaşmaz.
Çünkü
ideal
ahlak
sahibi,
mecbur
bırakılamaz.
Hiç
kimse
sözünü
ettiğimizi,
avucunun
içine
alıp,
istediği
şekli
veremez.
Vermeye
çalışırsa,
o birim
Allah’ın
ahlâkının
yanından
geçmemiştir.
O’nu
tanımıyordur.
Zira zor
kullanmaya
kalkışmak,
Allah
ehli
için
yapılacak
bir iş
değildir.
Tabi
bahsini
ettiğim
durum,
yerine
göre
meşruiyet
kazanır.
Bu türlü
bir
eylemin
adresi,
ancak
evrensellikle
tanımlanır.
Bir
insanın
“bir
şekilde
etrafını
kırıp
geçirmesi”,
bu
yoldaki
gelişiminin
önünü
keser.
Duygusal
davranışı,
beşeriyetinde
saklıdır.
Kim kime
benzemek
istiyorsa
bu
hususları
dikkate
almalı
ve ona
göre
hareket
etmelidir.
Allah’ın
ahlakına
benzer
ahlak
sahibi
olmak
isteyenler,
onun
ortaya
koyduğu
hükümlere
paralel
davranışları
ifa
etmek
zorundadır.
Ne yazık
ki
toplumun,
özellikle
dini
kesimin
bu
ayrıntıları
dikkate
almak
yerine,
keyfi
eylemlerin
peşinde
koşması,
benimsemesi,
oldukça
yadırgatıcıdır.
Temeldeki
bu
negatif
yapılanma,
“tekâmül
ile
alakalı
olmadığı
içindir
ki”,
gerçek
ahlâk
formatına
geçmeyi
engeller.
Beşer
ahlâkı
bu
aşamada
kalıplaşır.
İdeal
olana
ulaşmak
için,
mevcudu
terk
etme
zorunluluğu
vardır.
Unuttuğumuz
şey,
beşeri
ahlâk
normları
ile
Allah’ın
Ahlâkının
örtüşme
olasılığının
bulunmaması
oluyor.
Bireyi
yanıltan
en
önemli
husus bu
noktada
başlar.
Önce
bireyin
sağlıklı
bir
ahlâk
sahibi
olması
gerekir.
Ardından
bu
ahlâk,
değişime
uğrayacak
ve
yerini
orijin
olana
bırakacaktır.
Sadece
sosyal
ahlâk
icaplarına
uyma,
vecibelerini
yerine
getirme,
yasakları
dikkate
alma,
kişilik
oluşmasında
ve o
paralelde
yaşam
görüşünün
yoğunlaşmasında
belki
büyük
anlamlar
taşır,
ama bu
hal ile
yine de
Allah’a
uzanan
yolu
bulma
imkânı
yoktur.
Bahsini
ettiğimiz
hususları
dikkate
almayanlar
“Allah’ın
ahlâkı
ile
ahlâklanmış”
sayılamaz,
ama
ahlâksızlıkla
da
vasıflandırılamazlar.
Birbirini tutmayan sözler, çelişkili davranışlar, sözünü ettiğimiz model ile uyuşum sağlamaz.
Hani
işte
“tam
oldu”
denirken,
bir
türlü
kıvamını
bulmayan,
ayar
tutmayan,
insana
adeta
“laçka
olmuş”
dedirten
konumlarla,
bahsini
ettiğimiz
koşullara
ulaşılamaz.
Demek ki
orijin
manadaki
ahlak
için,
bireyde
bir de
denge
faktörünün
mutlaka
bulunması
gerekiyor.
İmkânsız
olanı
istemek,
dengenin
bozulmasıyla
alâkalıdır.
Hele
varlık
tektir,
ben de
“dilediğimi
yaparım
zihniyeti”
ile
meselelere
yaklaşım
yapanlar,
yanılgı
içinde
kalırlar
ve adeta
sürklase
olurlar.
Bu
konuda
iddialaşan
insanlar
her
zaman
görülür.
Ne var
ki basit
idraklerinin
sonuçlarını
yaşarlar.
Tasavvufi
manada
bu
türler
için
kullanılan
gayet
yerinde
ve güzel
bir söz
vardır.
Denir
ki,
“Bu
yolda
nice
başlar
kesilir,
hiç
soran
olmaz.”
Tam da
yerini
bulan
bir
deyiştir.
İşin
içinde
mekarimi
ahlâk
sahibi
olmak
varken,
yolunu
sapıtmak,
bitip
tükenmek
denen
şey de
bu olsa
gerek. |