Çözüm bulmak
yerine,
sövmekle bir
işin üstesinden
gelinebileceğini
düşünenler
aldanır. Analiz
etmeden, keskin
konuşmalarla
yapılan bir
çözüm tarzı,
sorunları işin
içinden çıkılmaz
hale
getirecektir.
Bu kanıya,
değişik türdeki
insanların
ortaya koyduğu
tavırlara,
sahtekârlığa
bakarak varmak
mümkün.
Tanık
olduğumuz
sorunlar,
üzerine
gidilemiyorsa,
ahiret boyutunda
ve hiç kuşkusuz,
sonsuza kadar
devam edecek
demektir.
Bir bakıma izahı
gerektiren
durumlar var
ortada.
Testiyi
boşalttığımızda,
çok boyutlu
yapıda bakın ne
gibi koşulları
görmekteyiz:
Bazılarının
tavrı
‘isyankâr’
bir ruh haline
sahip olma
şeklinde
algılanabilir.
Bu arada, “hiçbir
güvencesi
olmayan,
destekten yoksun
bir şekilde,
kendi
kaderlerini
yaşayanları
saptamak da”
mümkün.
Ancak, bu
noktada,
acıma duygusu
abartılırsa
takdire ters
düşen pozisyonlar
yaratılabilir.
Kaldı ki bu
konuda ciddi bir
adım atmayan ve
buna inanmayan,
‘herkes makûs
talihini kendi
değiştirebilir‘
cinsinden bir
abuk sabukluğu,
“irade-i
cüz’iyenin
varlığını”
savunan
bireyler,
sonuçta
kaderleri
ile baş başa
kalır.
Görüldüğü gibi
inkâr yeterli
bir sebep
oluşturmaz.
Ayağını
yorganına göre
uzatamayan ve
bunun bedelini
ağır biçimde
ödeyen,
sebeplerini
araştırma
zahmetine
katlanmalıdır.
Dışsal yaşamdaki
son durum bu…
Kimileri
gerçekten
kendini aşarak,
‘öz benliğine
dönük, içselliği
tercih eden’
bir yaşam
sürdürebilir.
Onlar yaşamın
mutlu insanları,
“ölmeden
evvel ölüme”
yakın
kişilerdir.
Fiziki anlamı
ifade etmeyen bu
hali; daimi
olarak içsel
yaşamda
kalabilme, orada
tutunabilme şeklinde
düşünebiliriz.
Tabi bu dünyadan
çok başka bir
âleme aitmiş
gibi duran
bakışlarla…
Biraz acı
olacak, ama ‘değirmenin
suyunun’
nereden
geldiğini soran
yok cemiyet
hayatında. Bu
tavır, insanın
dünya
nimetlerine ne
kadar değer
verdiğini ortaya
koymuyor mu?
Bunun yanında,
“sıkıntı
çekse de hesap
gününün
yaklaşmakta
olduğunu
hisseden bir
yığın insan da
var”
aramızda.
Harama el
sürmüyor,
boğazlarından
tek bir haram
lokmanın
geçmesine izin
vermiyorlar.
Bunlar, hiç de
küçümsenecek
şeyler değil.
Ayrıca, gizliden
gizliye
"fakir fukaranın
karnını doyuran"
insanın bu
paylaşımı bir
şekilde
duyulduğunda
toplumu
rahatlatıyor,
ruh zenginliğine
kavuşturuyor.
Kendini bu amaca
-Kur’an
tabiriyle
‘Birre’
-adamış
insanlar, o
kadar az ki
zamanımızda.
Oysa
makineleşerek
adeta bir robot
gibi,
üretemeyen, yan
gelip yatan,
ayrıca hastalık
hastası, hiçbir
esnek tarafı
olmayan
insanlarımız
çoğunlukta.
Bu tipler;
sadece bedenleri
ile meşgul.
Kapalı alan
fobisi için
psikoloğa gidip
korkusunun
nedenini
araştırmayı,
şifa bulmayı
akıl eden, ancak
ölümü hiç
hatırlamayan,
hatırlamak da
istemeyenler
çoğunlukta.
Bunlar
geçmişindeki
yaralara
tahammül
edemeyen
sınıfları teşkil
ediyorlar.
Bazı şeyleri
yeterince
açıkladığımı
düşünerek şu
sonuca
varıyorum: Şayet
toplumların
geçmişinin,
geleceğe şekil
verdiğini ve bu
mirasın
“şartlanmalar,
değer yargıları
ve buna bağlı
yorumlar”
adı altında
devam edeceğini
biliyorsak,
bahsi geçen
duyguların
yerleşik bir
şartlanma tabanı
oluşturacağını
düşünmeli ve bu
teoriye dayalı
çözümler
üretebilmeliyiz.
O halde, ‘menfaatler
dünyasından
sıyrılmanın
zamanı gelmiş’,
doğru tespit ve
teşhis için
atılacak adımlar
bizi
beklemektedir,
diyorum. |