Bu kavram öyle göründüğü gibi basit değil, bir hayli
anlamlı yanları var.
Genel manada “misafir” sözcüğü, bulunduğu
yerden her an ayrılabilecek şekilde kalan kimse için
kullanılır.
Mistik açıdan bakıldığında ne yazık ki, dünyada bu
niteliği taşıyan insanlara olan ilgi, pek eskisi gibi
değil. Bugün insanlar bu kelimeyi işittiğinde yüzünüze
bön bön bakıyorlar.
Sanki o kişiyi sırtında taşıyacakmış gibi suratlar
ekşiyiveriyor. Bu dediklerim, uzak plandakilerini bir
kenara bırakın, yakın akrabalar, anne ve babalar
için bile geçerli. Ve hal böyle iken kendimizi öteye
hazır yolcudan/misafirden soyutlamak için ne
gerekiyorsa yapıyoruz ve doğrusu bu, insanoğluna
hiç yakışmıyor. Böylesine düşünceler/tavırlar
‘ben’ imizi ve benliğimizi inkârdan başka bir
şey değildir.
Benim çok korktuğum bir şey var; sanki insanlık öyle bir
yere gidiyor ki, sonunda insan, insanlığından çıkıp
başka bir yaratığa dönüşecek ve anlam dolu
kavramlar/maneviyat hiçbir şey ifade etmeyecek.
Genel çağrışımlar bu istikamette iken mistik yaklaşımlar
ise alabildiğine farklı.
Örneğin, Hz. Muhammed (s.a.v) bir hadisinde “
Ekrimû dayfen ”
(misafirlerinize ikramda bulunun) demektedir.
Dolayısıyla her Müslüman’ın misafire kapılarını
açık tutması, dinin gereğidir. Dikkât edin, seferi
namazda, sistem faktörünün yanı sıra, bir bakıma
misafirler için uygulanan bir kolaylık olarak
düşünülmemiş midir?
Bir ayette “ Akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver
” ( İsra/26 ) denilerek misafirin de bir hak sahibi
olduğu vurgulanır. Kısacası, misafir bu kadar önemli
ki, inanç dünyasının içinde yer alıyor.
Haliyle beyni pek çok engeli aşmış, başarılı ve istikrar
sahibi olmuş bir bireyin bu kavramın zahiri yanının
hakkını vermesi kadar doğal bir şey olamaz.
Ancak, aynı sözcüğün başka yanlarının düşünülmemesi de
olanaksızdır.
Gerçek anlamda misafir, dünyada her an öteye hazır
durumda bulunandır. Sadece bu kadarla da sınırlı
değildir. Misafir olan, dünyevi değerlere yapışıp
kalmaz. Özetle hiçbir şeye bağımlılığı yoktur. Bu
yönlü misafir, duygusal tepkilerin hâkim olduğu bir
yaşam tarzından ziyade, akılcı davranışlarıyla dikkâti
çeker. Bir olayın beklenmedik şekilde tezahür etmesi
durumunda asla “hayal kırıklığı ve öfkeye”
kapılmaz.
Başkalarının yaşamı ile uğraşmaz. Gerçek anlamda
misafirin, dünya yaşamında sıkça duyulan sıkıntıların
‘s’ sinden bile bahsetmesi imkânsızdır.
Onca yokluğa, yoksulluğa ya da tersi bir durumla
varlığa rağmen kendini bozmayan, değişmeyen insanları
görebilirseniz işte onlar gerçek manadaki
‘misafirlerdir’.
Onların argümanları çoğu kez daha çarpıcı ve
somut örneklere dayalı biçimde gözler önüne
getirilirken, din kuralları ile de desteklenir.
Denilir ki “misafirin namazı iki rekâttır.”
Anlamı şudur: İlk rekât yokluğa gider, ikinci rekât ise
yokluğunu idrak ettiren yaratıcıya şükrün ifadesidir.
İMDİİ, biliyoruz
ki insanlık gerçek manadaki niteliği tepmez, davranış ve
kararlarıyla yaşadığı boyutun misafiri olduğuna kendini
inandırır ve herkesle görüş alışverişinde bulunduğunu
açıkça belli eden bu yaşam biçimi ile var olursa
dünyadan eril kişi olarak göçüp gider.
Özetle, zahir ve batın yanı ile konuyu ele
alırsak misafir; kendisine sunulanı kabullenecek,
kendisine sunulanı tüketecektir.
Ona yakışan da budur. |