Özgürlük bir özenti veya gelişi güzel bir kelime değildir. Gerçek bir kavramdır.
Aslında özgürlük konusundaki tablonun neden hâlâ çözümlenmemiş olduğunu da kavrayabilmiş değilim.
Özgürlük isteyenlerin, kendilerini ayrıcalıklı bir sınıftan kabul edişlerine mi dayanıyor bilemiyorum, inişleri çıkışları, düş kırıklıkları ve yanlışları olmayan bir hayata geçmek isteyip de baskı veya tahakküm gibi etmenlerle sınırlandığını düşünenler, ferdi iradelerini kullanarak özgürlük yolunda adım atmak için bunu fırsat olarak görmüşlerdir
Onlara yanıtlanabilecek şu soruyu sormakta tereddüt etmeyin:
Bu özgürlüğe kaçış eyleminizden emin olabiliyor musunuz?
Şayet doğru olduğuna karar veriyorlarsa, bu kez vahyin insana getirdiği imtihan şeklindeki uyarıları hatırlatın.
“Allah kimseye kapasitesinin dışında yük yüklemez”
Âyetinin nasıl anlaşılması gerektiğini ve halifelik kavramıyla nasıl bağdaşabildiği konusunu tartışın. Sanırım, bir yere varamayacaksınız. Çünkü, baskı unsuru olduğunu kabul eden ve bu nedenle bireysel özgürlüğü seçenin herhangi bir fikir beyan etmesi, bir yerlere varabilmesi yok denecek kadar az bir ihtimaldir.
Zira, özgürlük isteyen birey, bu Âyetin yorumunu bireysellik anlayışı içinde değerlendirerek Mutlak Varlığın hiç kimseye baskı oluşturmayıp bir yük yüklemeyeceği kanaatine vardığını söyleyecektir. Esasen, gerçekten Âyet-i Kerime’ de bir baskı olmadığı anlatılmış ve insanın taşıyabileceği yükten bahsedilmiştir.
Ne var ki bu yük, çoklarının tahmin edebildiği şekilde kazalar, belalar ve acılarla geçen bir hayatı anlatmaktan ziyade, yaradılış prensibinin, varoluş gerekçelerinin ortaya konuşu şeklinde değerlendirilmelidir.
Yükten kasıt budur. Aslında halife vasfıyla yaratılan insan, basit anlamda düşünülen her yükü de kaldırabilecek kapasitededir. Halife olabilmenin özelliği ve farkı, “Göklerin, arzın ve dağların emanetlenemediği yükü” sahiplenmektir.
Anlaşıldığı kadarı ile bireyin özgürlüğe geçiş yolu baskıdan, tahakkümden kaçmak değildir.
Daha da vahim olanı, bu kaçışın sonunda bireyselliğin katmerlenmesidir.
İstenen, bu değildir.
Bireysel hak ve özgürlük arayışına günlük yaşamdan kesitler vermek gerekirse, futbolda en temel bilgilerden yoksun oyuncuların milyonlarca dolardan kapıyı açmaları;
sürücülerin daracık sokaklarda bir trafik faciasına yol açabilecek şekilde araba kullanmaları; ortalama 200-250 milyon lira ücretle çalışan memur/eğitimcilerin, ayakta kalabilmek için verdikleri inanılmaz çaba; kendilerine karşı yapılan en küçük bir hatada dünyayı ayağa kaldırıp işi, bazılarının yaşamı ve ekmeği ile oynama aşamasına kadar getirebilen özgürlük anlayışı veya kaçak olarak bir ülkeye girmek isteyip kıyıya adımını atabilmek için verilen özgürlük mücadelesi de bu uğraşın örnekleri arasında sayılabilir!..
Dikkât ederseniz, anlatılan bütün bu belirtiler, bireysel arzuların neticesidir.
Bireysel ve Evrensel özgürlük arasında eşitlik olması düşünülemez.
Ayrı kaynaklardan doğup ayrı yataklardan akarak ayrı yerlerden denize dökülen nehirler gibi de değildirler.
Bu iki kavramın uzlaşamayacağını söyleyebiliriz.
Bizce “Özgürlüğün kısıtlanması”, bilinenin aksine, evrensel özgürlüğe davetiye çıkarmak demektir.
İki özgürlük arasındaki fark bu kadar somuttur.
Gerçek yaşam felsefesi, yani tasavvuf felsefesini benimseyenlere özgürlük çok iyi anlatılmış, kendini arayan taliplere, önceleri tuvalet temizliğini yapması söylenmiş, halkın arasına karışmak arzusunda olanlara da önce dağlara, çöllere davetiye çıkartılmıştır.
Evlenmek gibi son derece doğal bir hakka sahip olan ruhban sınıfına ise kilise, kapıyı göstermiştir.
Mistisizm, özgürleşmeyi bu noktada değil, evrenselleşme şeklinde tanımlıyor.
Biri, basit anlamda kişisel özgürlük diye tanımlanan yük taşıma, diğeri ise varlığın evrenselliği algılamasıdır.
Arada çok fark var.
[Bu yazı Akşam Gazetesi'nin 11.12.2000 tarihli sayısında yayınlanmıştır.]
|