Müslüman
bir
ferdin,
biraz
ken-dini
bulduğu
anda,
"dinim
ne diyor
acaba?"
merakına
kapılmamış
oluşunu
hiç
yadırgamamanız
gerekir.
Zira
onun
nüfus
kâğıdında
dininin
“Müslüman”
yazması,
dinle
sağlıklı
ilişkiler
içinde
olduğunu
göstermez.
Bu durum
gayet
normaldir.
O
ferdin
aklında
"Rabbim
ne
buyurmuş,
ne
istemiş?"
diye
bir
soru/merak
da
oluşmaz.
Etrafınızı
şöyle
bir
kolaçan
edin.
Öyle
Müslümanlar
var ki,
Kur’an
uyarısına
rağmen,
sıradan
bir
görüşü
örneğin,
Reenkarnasyona
inanç
sistemini
benimsiyorlar.
Kökeni
Fransızca
olan
Reenkarnasyon
(reincarnation)
kelimesi,
insan
ruhu-nun,
ölümden
sonra
bir
başka
bede-ne
geçerek,
yeniden
hayata
dönmesi
anlamına
geliyor.
İnanılır
gibi
değil,
ama çok
da
rağbet
görüyor.
Böyle ve
benzeri
anlayışlarla
dopdolu
olan bir
kimse;
İslam’ın
ne
olduğunu,
ne
yapılması
gerekti-ğini,
diğer
dinlerle
arasındaki
farkı,
sistemle
ilgili
hususları
saptayabilir
mi?
Elbette
ki
hayır!
Ateist
bir
insan
tanrıya
inanmaz.
Çünkü
onda
iman
geni
faaliyete
geçmemiştir.
“Tanrı
yok” der
durur.
Kendine
göre
haklıdır.
Ama bir Müs-lüman’ın
böyle
abuk
sabuk
sevdalara
dalması
cidden
ürkütücüdür.
Olmayan
bir
şeyin
kabul
edilmesinin
ardında
mutlaka
boşluklar
vardır.
Dinle
ilgili
konularda
tefekkürde
bulunmayanlar,
kulaktan
duydukları
şeylere
tabi
olurlar.
Bunun
sonucunda
imanlarını
kaybedebilirler.
Farkında
olmadan
ateistin
bulunduğu
duruma
düşerler.
Demek ki
lakayt
kalmak,
“cehaletin
sınırlarını
getirebildiği”
gibi
şaşırmalara,
olumsuzluklara
da neden
olabiliyor.
Kısaca
söylemek
gerekirse;
insanlar
kendi
bildikleri
yolda
yürü-yorlar.
Buradan
geçmeleri
söylendiği
halde,
inatla
bildikleri
yoldan
gidiyor-lar.
Ve
gerçeklerle
bağlantılı
olarak,
güya
kendilerini
korumak
için bir
tür
kayıtsızlık
tavrı
geliştiriyorlar.
Algıladıklarını
tam
anlamıyla
içselleştirmekten
kaçınıyor,
böylelikle
önemli
şeyleri
kaybediyorlar.
Cahillik
etraflarını
çevreliyor,
ama bunu
gör-memek
için
adeta
gözlerini
kapata-rak
parlak
geçmişlerinin
arkasına
saklanıyorlar.
Değişimden
korkup
her
şeyin
denetimlerinde,
ellerinin
altında
olduğu
rutin
bilgilere
rağbet
ediyorlar.
Öz
değerlere
kesinlikle
yanaşmıyor,
|
|
varlığın
kaynağı
İlm-i
İlahi
olma-sına
rağmen,
onu
tanımak
için
ciddi
bir
öğrenme
çabası
göstermiyor-lar.
Bir
bakıma
tefsirden,
hadisten,
tasavvuftan
haberi
olmamış,
zahir
ve batın
kavramlarından
bihaber;
“Nefs,
Ruh,
Kalp,
Sır,
Hafi ve
Ahfa”
denilen
sözcükleri
ise hiç
duymamış,
Sır’rı
sadece
“gizli
kalması
gereken
muğlâk
bir
ifade
gibi”
kabul
etmiş,
zamanın
her
diliminin
Allah’ın
hükmünde
olduğunu
anlayamamış
birinin,
elini
kolunu
sallayarak
bu
bilgilere
ulaşabilmesi
haliyle
beklenemez.
Mevcut
olanlardan
çıkan
sonuç
bu!
Ama bir
Müslüman,
bütün
bunların
aksine,
toplumun
etkisinde
kalıp
duyarsızlığı
seçmese,
çok
gelişmiş
beyinlere
sahip
“Nebi ve
Rasullerin
anlattığı”
sistemi
anlama
gayretine
girip
uyarılara
dikkat
etse,
aşina
olmayı
denese,
Kur’an’ı
doğru
dürüst
okumaya
heves
etse,
bahsi
geçen
konulara
yakınlık
sağlayacak,
tevil
yoluna
gitme
ihtiyacını
hissedecek
böylece,
eski
halini
hatırlayıp
aradaki
farkı
net bir
şekilde
yakalayacak,
ayrıca
meseleyi
şahsileştirmeden,
daha
derin
boyutlara
inebilme
kolaylığına
da
erişebilecektir.
Kaldı ki
bu
dokümanlar,
insanı
afaktan
enfüse
taşıyan,
gerçek
ile
hayal
arasındaki
farkı
algılatabilen
değerler
olarak
kabul
edilir.
Bunlar
anormallik
değil,
nor-malliktir.
Ve bize
anlattığı
çok
önemli
bir
gerçek
vardır
ki,
ilâhi
düzene
karşı
çıkılmaz.
İşte bu
hal-de
düşüncelerin
sağlıklı
bir
zemine
oturması
beklenir.
Unutulmamalı
ki;
sadece
Allah
ismini
anmak
dahi,
insanı
tefek-küre
sevk
eder,
sistemle
bağlan-tıları
kurmayı
sağlar.
Bu benim
hükmüm
değil,
Allah’ın
hükmüdür.
Aksini
düşünenler,
korkuların-dan/alışkanlıklarından
sıyrılamazlar.
Araştırmayan,
tefek-kür
etmeyeni
“taklidi
bir
hayat”
bekler.
Tekrar
ediyorum;
insanın
fıtratı,
hayata
bakışı;
kendini
bilme,
tanıma,
zamanı
iyi
değerlendirme,
hatta
zamanın
ne
olduğunu
algılama
üzerine
kuruludur.
Bu
koşullar
farklılıkları,
“manevi
zenginlik”
dediğimiz
halleri
getirir.
Gerçekliği
sağlayan
felsefeyi
benimsemek,
ortak
noktaların
kendisinde,
etrafında
yeşermesine
ve
yaşanmasına
yardımcı
olur.
Önemli
olan, bu
hedefi
seçmek,
yanıltıcı
bilgilerden
uzak
durabilmek
ve
bildiklerini
hazmedebilmektir. |