Kim bu hünerli eller ki, birkaç günde her şeye sahip
çıkıp olanı yok, olmayanı var edebiliyor?
Kimler mi? Ben söyleyeyim:
Misyon sahibi olanlar!
Bunun sadece bizim gibi toplumlarda, İslâm ülkelerinde
böyle olduğunu sanmayın. Her dine mensup insanda buna
benzer durumları yaygın şekilde görmek mümkün.
Çağdaş dünyada zengin, şöhretli olmak ayıp değil;
aksine, güzel/olumlu kabul edilen niteliklerdir. Ayrıca,
bir suç unsuru da sayılmıyor. Dolayısıyla, kimseyi durup
dururken böyle bir niteliğe sahip olduğu için eleştirmek
mantıklı bir davranış olamaz. Fakat, madalyonun bir de
diğer yüzü var. Özellikle tasavvuf ilmine adım atmış
bireylerin öncelikle misyonuna bakılması, misyon sahibi
olanların da bunu bir avantaj gibi kullanmaya kalkışması
hiç de doğru olmuyor. Benim anlatmak istediğim vahim
durum bu.
Biliyorsunuz, çoğumuz fakir ailelerin çocuklarıyız.
Hepimiz arka sokaklardan bugünlere geldik. Bir boyuta
ulaştığımızı, çözmeye çalıştığımız sistemi erkenden
okuduğumuzu düşünüyoruz. Acaba bunu hazmedebilecek bir
olgunluğa sahip miyiz? Kesinlikle hayır. Böyle bir
yeteneğe sahip olmadığımız için de hemen
şımarıveriyoruz. Kendimizi farklı bir biçimde, adeta dev
aynasında görüyor, abuk, sabuk davranışlara, sözlere
başvuruyoruz. Hele bir de bize karşı gelen, eleştiride
bulunan olursa, hemen misyonu olan bireylerin
etekleri altına girip taklitçi hareketlerde bulunmaktan
asla çekinmiyoruz. Etiket budalası olduğumuz için onlar
bize daha yakın/yatkın geliyor.
Ama, munis görünümlü, kendi halinde bir yaşam
sürdüren, kimsenin hayatını irdelemeyen, şöhret olmasa
da iyi eğitilmiş, kendini küçülten insanlar sınıfında
yer almayı hiç düşünmüyoruz.
İsterseniz, siz bu grubu arka planda kalanlar şeklinde
düşünün. Ben, itimat telkin eden kişiler olarak
vasıflandırıyorum onları.
Nedense, böyle insanlar pek ilgimizi çekmiyor.
Bildiğim kadarı ile misyon sahibi kişilere ister
sözle, ister yazıyla olsun eleştirel bir yaklaşım
sergilendiğinde, elleri ayakları sinirden buz kesiyor,
asla ödün vermek istemiyorlar.
Ama gününü yaşayabilmekten ve özlerinden gelene
sarılmaktan başka düşüncesi olmayan, niteliksiz
bireyler, en azından böyle davranmıyorlar.
Sevgili Dostlarım!
Dikkat edilmesi, özen gösterilmesi ve unutulmaması
gereken çok önemli bir husus var. Şöyle ki: İnsanlardaki
itaatin belirleyicisi olan faktör, güç algısıdır.
Bahsi geçen güç, dayatmalarla elde edilemez. Çünkü o
Allah’ın ilmidir. İlimle ilgili söylemsel yapı ve
yaşam ne kadar güçlüyse, inandırıcılık da o
ölçüde ortaya çıkar. Bu boyutta sonradan olma
‘etiket’in’ uygulamaları aynen ‘cami hocasının
vaaz vermesi’ misali
havada kalır. Biliyorsunuz, hocanın dillendirdiği
şeyler/uyarılar, cemaatin bir kulağından girer
diğerinden çıkar.
Sonuç olarak, konuyu şöyle noktalamak mümkün: Kim olduğunuz ya da kimlerden
olacağınız hakkında ne kadar ipucu verirseniz verin, ama
yük gibi görünen etiketten, yani size ağırlık yapan
misyondan kurtulmadıkça ilmin kaynağında yer almanız
olası değildir.
Üstelik bu durum, sızılarınızdan da kurtulamayacağınızın
bir göstergesi olur.
Bilmiş olun.
Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun. |