Misyon sahibi, misyonunu bırakmadan!...
Ahmet F. Yüksel
 

Kim bu hünerli eller ki, birkaç günde her şeye sahip çıkıp olanı yok, olmayanı var edebiliyor?

Kimler mi? Ben söyleyeyim:

Misyon sahibi olanlar!

Bunun sadece bizim gibi toplumlarda, İslâm ülkelerinde böyle olduğunu sanmayın. Her dine mensup insanda buna benzer durumları yaygın şekilde görmek mümkün.

Çağdaş dünyada zengin, şöhretli olmak ayıp değil; aksine, güzel/olumlu kabul edilen niteliklerdir. Ayrıca, bir suç unsuru da sayılmıyor. Dolayısıyla, kimseyi durup dururken böyle bir niteliğe sahip olduğu için eleştirmek mantıklı bir davranış olamaz. Fakat, madalyonun bir de diğer yüzü var. Özellikle tasavvuf ilmine adım atmış bireylerin öncelikle misyonuna bakılması, misyon sahibi olanların da bunu bir avantaj gibi kullanmaya kalkışması hiç de doğru olmuyor. Benim anlatmak istediğim vahim durum bu.

Biliyorsunuz, çoğumuz fakir ailelerin çocuklarıyız. Hepimiz arka sokaklardan bugünlere geldik. Bir boyuta ulaştığımızı, çözmeye çalıştığımız sistemi erkenden okuduğumuzu düşünüyoruz. Acaba bunu hazmedebilecek bir olgunluğa sahip miyiz? Kesinlikle hayır. Böyle bir yeteneğe sahip olmadığımız için de hemen şımarıveriyoruz. Kendimizi farklı bir biçimde, adeta dev aynasında görüyor, abuk, sabuk davranışlara, sözlere başvuruyoruz. Hele bir de bize karşı gelen, eleştiride bulunan olursa, hemen misyonu olan bireylerin etekleri altına girip taklitçi hareketlerde bulunmaktan asla çekinmiyoruz. Etiket budalası olduğumuz için onlar bize daha yakın/yatkın geliyor.

Ama, munis görünümlü, kendi halinde bir yaşam sürdüren, kimsenin hayatını irdelemeyen, şöhret olmasa da iyi eğitilmiş, kendini küçülten insanlar sınıfında yer almayı hiç düşünmüyoruz.

İsterseniz, siz bu grubu arka planda kalanlar şeklinde düşünün. Ben, itimat telkin eden kişiler olarak vasıflandırıyorum onları.

Nedense, böyle insanlar pek ilgimizi çekmiyor.

Bildiğim kadarı ile misyon sahibi kişilere ister sözle, ister yazıyla olsun eleştirel bir yaklaşım sergilendiğinde, elleri ayakları sinirden buz kesiyor, asla ödün vermek istemiyorlar.

Ama gününü yaşayabilmekten ve özlerinden gelene sarılmaktan başka düşüncesi olmayan, niteliksiz bireyler, en azından böyle davranmıyorlar.

Sevgili Dostlarım!

Dikkat edilmesi, özen gösterilmesi ve unutulmaması gereken çok önemli bir husus var. Şöyle ki: İnsanlardaki itaatin belirleyicisi olan faktör, güç algısıdır. Bahsi geçen güç, dayatmalarla elde edilemez. Çünkü o Allah’ın ilmidir. İlimle ilgili söylemsel yapı ve yaşam ne kadar güçlüyse, inandırıcılık da o ölçüde ortaya çıkar. Bu boyutta sonradan olma ‘etiket’in’ uygulamaları aynen ‘cami hocasının vaaz vermesi’ misali havada kalır. Biliyorsunuz, hocanın dillendirdiği şeyler/uyarılar, cemaatin bir kulağından girer diğerinden çıkar.

Sonuç olarak, konuyu şöyle noktalamak mümkün: Kim olduğunuz ya da kimlerden olacağınız hakkında ne kadar ipucu verirseniz verin, ama yük gibi görünen etiketten, yani size ağırlık yapan misyondan kurtulmadıkça ilmin kaynağında yer almanız olası değildir.

Üstelik bu durum, sızılarınızdan da kurtulamayacağınızın bir göstergesi olur.

Bilmiş olun.

Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun.

 

 
 
İstanbul - 11.01.2007
sufizmveinsan@gmail.com
afyuksel@hotmail.com
sufafy@hotmail.com

http://sufizmveinsan.com