İnsanların
beğenmediği,
ama bir
türlü
değiştiremediği
huyu
için
sarf
ettiği
cümle
şudur:
“Mizacım
bu, ne
yapayım!”
Biliyoruz
ki
karakter
zafiyeti
yaşayanlar,
günün
zorlayıcı
şartları
altında
dışsallığa
meyil
ederken,
öze
uygun
olmayan
bir
konuma
düşmüş
olacak
ve abuk
sabuk
işlere
dalmaktan
kaçınmıyacaktır.
Dolayısı
ile
onlar,
verdiği
sözü
tutmazlar,
örneğin
randevularına
geç
kalmayı
âdet
haline
getirirler.
Evlerini-ofislerini
dağınık
bırakırlar.
Sır
saklayamazlar.
Emin bir
görüntü
veremezler.
Çok
konuşurlar,
ama
başkalarına
konuşma
hakkı
tanımazlar.
Çabuk
öfkelenirler.
Fikrini
söyleyeni
yargılama
yoluna
giderler.
Görüş
ayrılığında
daima
kendilerini
haklı
bulup
taraf
ararlar.
Başkalarını
aşırı
ölçüde
uyarırlarsa
da kendi
hayatlarına
müdahale
edilmesine
kesinlikle
izin
vermezler.
Bir şeye sahiplenme duygusu ile yaklaşır ve daima kendi kontrolleri altında olmasını isterler.
Çözüm
önerilerine
sertlikle,
öfkeyle
cevap
verirler.
Ve
her
zaman
kararsız
olurlar.
Fakat
sonuçta,
sorunlarının
altında
ezilirler.
Bu
anlayış
içinde
olan
birinin,
hem
kendisine
hem de
başkalarına
sıkıntı
veren
bir
yanının
olması
kaçınılmaz
bir
şeydir.
Belki
burada
fazlaca
bir
sorun
yok gibi
görünebilir.
Sorun
olan
şey; bu
mizaca
sahip
olanın
mızmızlanması,
“kendisinden
şikâyet”
etmesidir.
Mesele
bu
safhaya
gelmişse,
karşısındakini
veya
toplumu
bir
hayli
zor
durumda
bırakır.
Ne var
ki kişi,
bu
mazeretini,
değişmez
bir
nitelik
olarak
tanımlar.
Bu
özelliğini
kabul
edenler,
kendilerini
sınırlı
bir
alana
mahkûm
etmiş
olurlar.
Kabul
edilemez
bu hal,
insanın
halife
tanımına
da uygun
düşmez.
Eğer
insan
bunu
fark
ederse,
olumsuz
mizacına
dur
diyebilir,
onu
değiştirebilir.
Çünkü
taşlar
bile
zaman
içinde
havanın,
rüzgârın
ve suyun
etkisiyle
yontulup
ilk
hallerinden
farklılaşır.
Kuşkusuz
yaşam,
hepimizin
daha iyi
bir
aşamaya
gelmesi
için bir
süreçtir.
Bizler
mizaç
hususunda
hata
yapıyorsak
“bunu
telafi
etmenin
yollarını”
bulabilmeliyiz.
İşte bu
tür bir
düşünce
tarzı
dahi,
o güne
değin
mevcut
olan bir
yapının
değişikliğini
oluşturmaya
yeter.
Bunun
yanı
sıra,
karşı
karşıya
geldiğimiz
olaylarda
aldığımız
tavır,
eskiye
göre
daha
makul
seviyede
ise,
örneğin
o tür
olay
karşısında
geçmiştekinden
daha
büyük
bir
çıkış
yapabilmişse
bu; eski
tutucu
huylarından
kurtulduğu,
karakterinin
farklılaştığı,
pozitif
noktaya
ulaştığı
anlamına
gelecektir.
Çünkü
her
yetişkinin
ana
sorumluluklarından
biri,
kendi
olumsuz
davranışlarını
bırakarak
olumlu
olanlara
geçmektir.
Mizacın
farklılaşmasından
gaye
budur.
Oysa
kişi,
aldığı
eğitimi
yaşam
yoluna
dönüştüremiyorsa,
toplumun
onun
hakkındaki
görüşleri
devam
ediyorsa,
yani
aynı
berbat
davranışlarını
sürdürüyorsa
hiçbir
ilerleme
kaydedememiş
demektir.
Zira
biz,
davranışlarımızın
değişmeyeceği
konusunda
peşin
hükümlü
isek,
zaten
buna pek
muvaffak
olamayız.
Tavırlarımızı
değiştirebilmemiz
için,
önce
bunların
değişebileceğine
inanmamız
gerekir.
Davranış
farklılığı
ile
ilgili
olarak
şu
detayları
söyleyebilmek
mümkün:
Terkipsel
değişiklik
zora
gelmez.
İnsanlar,
baskıyla
huyunu
değiştirmez,
tutucu
niteliğinden
kurtulmuş,
başkalaşmış
gibi
görünürlerse
de,
bütün
bunlar
taklididir.
Çünkü hemen
eski
hallerine
dönerler
ve
bildiklerini
okurlar.
Ya da o
ortamı
terk
edip
giderler.
Bu
dediklerime
ilave
edeceğim
bir şey
ise, bir
yetişkinin
normal
olarak,
otuz
beşten
itibaren,
kırk
yaşlarında
ve daha
ileriki
yaşlardan
sonra
başkalaşamayacağı
hususudur.
Bu
süreçler
içinde
düşünce
yapısı
adeta
betonlaşmıştır.
O kişi
artık
eğitime
de yanıt
veremez.
Mevcut
koşullar
astroloji
biliminde;
kırk
yaşından
sonra
kişinin
davranışlarının,
yükselen
burcun
hâkimiyetinde
olması
şeklinde
açıklanır.
Enteresan
olanı
“benim
mizacım
bu”
savunmasını
yapanların
kendilerini
ayrıca
“fevkalade
akıllı”
olarak
tanımlamaları...
Ancak
bahsettikleri
akıl,
bireysel
anlamdakidir.
Evrenselliğe
kanat
açacak
bir
akılla,
‘aklı
külle’
alakası
yoktur.
Konuyu
külli
akılla-tasavvufi
anlamda
ele
aldığımızda
mizaç
ile
ilgili
olarak
şu
detaylara
varabiliriz:
Mizaç,
belli
bir
istidat
ile
meydana
geliyor.
Eğer
kişinin
istidatı
müsait
ise,
yani
istidat
müsaittir
derken
onun
oluşumu,
gerçeği
bilme ve
anlamaya
uygun
olarak
meydana
gelmişse,
işin
birinci
yönü
hallolmuş
demektir.
Şayet
mizaç
müsait
değilse,
bu
olamaz.
Çünkü
“bozuk
bir
mizaçla”
bir yere
varılamaz.
Bireyin
yapısı,
eğer
sağlamsa,
düzgünse,
müsaitse,
dıştan
ve içten
gelen
değerlendirmeleri
yapabilir.
İstidat
müsait,
mizacın
da
yerinde
olması
yanı
sıra,
kendine
ulaşan
bilginin
de
sağlıklı
olması
şartı
aranır.
Aksi
halde
birey
rotasını
şaşırır,
yeteneği
olmasına
karşın,
hedefe
varamaz.
Tabi
mesele
sadece
bu
kadarla
kalmaz.
Mizaç-istidat
ve
bilgi,
istenilen
seviyede
ise bir
şart
daha
aranır.
Bu şart,
kabiliyetin
olmasıdır.
Kabiliyetin
hayal
âlemi
ile
bağlantısı
vardır.
Hayal
âlemini
yaşamak
için
kabiliyet
şarttır.
Zira,
âlemlerin
aslı
hayaldir.
Bugün
için bu
kavram,
pozitif
bilim
tarafından
holografik
evren
şeklinde
açıklanıyor.
Gerçek-sonuç
da
esasen budur. |