Molla takımının her zaman takıntıları vardır
Ahmet F. Yüksel
 

Siz, zaman ve mekân üstü boyutlarda gezinirken bir de bakmışınız ki olaylar haberli/habersiz, işin içinden çıkılmaz bir yumak haline gelmiş, birbirine karışmıştır.

Bu sizi etkilemesin, üzmesin.

“Hangi devirde yaşıyoruz?” diye de düşünmeyin, yanılırsınız.

Aklınıza, sakın ola “İtalyan düşünür ve filozof Giordano’nun, ulaştığı bilimsel gerçeklerden ödün vermediği için Engizisyon mahkemesinde “zındık” diye yakıldığı (1600), Galileo Galilei’nin (1633) dünyanın döndüğünü inkâr etmesi için yargılandığı dönemde miyiz?” şeklinde bir fikir de gelmesin.

Zira, her şey düzgün, dört başı mamur gitse de dinin etrafında dolanan bazı kimseler,  yani molla takımı bir kulpunu bulup size yine yüklenecektir.

Örneğin, Hz. Ali Keremallahu Veche’den nakledilen, ‘Bana bir kelime öğretenin kırk yıl kölesi olurum’ öğretisine rağmen, “bilimsel bulguları din ilmine kattınız” diye size çıkışacak; dünyaca tanınmış, fikirlerini toplumla paylaşmış, konferanslar vermiş, bildiriler sunmuş, sayısız makale yazmış, herkesin anlayabileceği şekilde konuşmuş kimselerin eserlerini sümen altına atarak, ayak oyunları ile yasaklayabilecektir.

Bunun başka somut örneklerini de görebiliyoruz.

Çünkü bu kategoride olanlar kolay olanı seçmiş, bundan asla vazgeçememiştir.

Nitekim, bir ayeti kerime bu noktaya şöyle işaret ediyor:

İnşirah/7 (Yorgunluk olmayan işinden) fariğ olduğunda, yorul (yorgunluk olan işini ifa et).

“Fariğ” kelimesinin ‘çekilmiş’ anlamına geldiği dikkâte alındığında, ‘kolay olandan biraz daha derine/zora gitmeyi kabullenmenin daha faziletli oluşu’ gibi bir yoruma girebilmemiz mümkün olur.

Bu noktayı açığa çıkartmak için Allah Rasulü Hz. Muhammed (s.a.v) bir hadisinde: “Kılıç çalınıp yapılan cihada ‘Cihad-ı Asgar’, nefisle olana ise ‘Cihad-ı Ekber’ demektedir.

Üzerinde durulması, anlaşılması gereken, işte bu noktadır.

Ayrıca, mollaların zehir zemberek açıklamalarını bir kenara bıraksanız bile, var oluş felsefesini, tevhid-vahdet yaşamını hafife almaları, bu kavramların hakkını vermemeleri, bir bakıma ayaklarının yerden kesilmiş olduğunu göstermiyor mu? Bunu görünce gerçekten hüzünleniyorsunuz.

Her okuduğuna “işte bu” diyen, işin sonuna geldiğine inanan, ancak bir imtihandan bile geçmemiş, sıradan, cahil kişiler böyle düşünse, bir dereceye kadar anlamak mümkün. Ama deneyimli,

güngörmüş insanların- mollaların- kendilerini bu saflığa terk ettiklerini görmek, hem üzücü hem de düşündürücü.

Kimi deve kuşu gibi başını kuma gömüyor, kimi alaycı bakışlarla etrafı süzüyor, kimi de nifak ve hava atma peşinde koşuyor. Tarihten ders alan ise nedense hiç olmuyor.

“Takıldıkları yer neresidir?” diye düşünüyorum. Sonuçta takva konusunun yeterince anlaşılamadığı, onlar için kerteğin burası olduğu kanaatine varıyorum. İyi ama son durak değil ki üzerinde durdukları, kımıldamadıkları boyut!

Oysa biraz dikkât etseler ve üzerine eğilme zahmetine katlansalar, durumu çok kısa süre içinde kavrayacaklar ve algılamanın şeriatta başladığına, ama şeriatta bitmediğine şahit olacaklar. Ve bu boyutun hakikâte ulaştırmak için sadece araç olduğuna kanaat getirecekler. İşte o zaman takvada değişim olacak, tevhid kuralına sarılıp onu kendilerine mal edecekler.

Dostlarım!

Mollaların bu düşüncelerinden sıyrılması ya da dışında kalmasıyla izafi benliklerinin yıkılışını seyretmeleri arasındaki farkı görmemek için ya gerçekten çok saf olmak,  ya da bu sonucu bilerek istiyorlar demek geliyor insanın içinden.

Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun.

 

 
 
İstanbul - 07.06.2007
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com