Siz, zaman
ve mekân üstü boyutlarda gezinirken bir de bakmışınız ki
olaylar haberli/habersiz, işin içinden çıkılmaz bir
yumak haline gelmiş, birbirine karışmıştır.
Bu sizi
etkilemesin, üzmesin.
“Hangi
devirde yaşıyoruz?” diye de düşünmeyin,
yanılırsınız.
Aklınıza,
sakın ola “İtalyan düşünür ve filozof Giordano’nun,
ulaştığı bilimsel gerçeklerden ödün vermediği için
Engizisyon mahkemesinde “zındık” diye
yakıldığı (1600), Galileo Galilei’nin (1633)
dünyanın döndüğünü inkâr etmesi için yargılandığı
dönemde miyiz?” şeklinde bir fikir de gelmesin.
Zira, her
şey düzgün, dört başı mamur gitse de dinin etrafında
dolanan bazı kimseler, yani molla takımı bir kulpunu
bulup size yine yüklenecektir.
Örneğin,
Hz. Ali Keremallahu Veche’den nakledilen, ‘Bana
bir kelime öğretenin kırk yıl kölesi olurum’
öğretisine rağmen, “bilimsel bulguları din ilmine
kattınız” diye size çıkışacak; dünyaca tanınmış,
fikirlerini toplumla paylaşmış, konferanslar vermiş,
bildiriler sunmuş, sayısız makale yazmış, herkesin
anlayabileceği şekilde konuşmuş kimselerin eserlerini
sümen altına atarak, ayak oyunları ile
yasaklayabilecektir.
Bunun başka
somut örneklerini de görebiliyoruz.
Çünkü bu
kategoride olanlar kolay olanı seçmiş, bundan asla
vazgeçememiştir.
Nitekim,
bir ayeti kerime bu noktaya şöyle işaret ediyor:
İnşirah/7 (Yorgunluk olmayan işinden) fariğ
olduğunda, yorul (yorgunluk olan işini ifa et).
“Fariğ”
kelimesinin ‘çekilmiş’ anlamına geldiği dikkâte
alındığında, ‘kolay olandan biraz daha derine/zora
gitmeyi kabullenmenin daha faziletli oluşu’ gibi bir
yoruma girebilmemiz mümkün olur.
Bu noktayı
açığa çıkartmak için Allah Rasulü Hz. Muhammed
(s.a.v) bir hadisinde: “Kılıç çalınıp yapılan cihada
‘Cihad-ı Asgar’, nefisle olana ise ‘Cihad-ı
Ekber’ demektedir.
Üzerinde
durulması, anlaşılması gereken, işte bu noktadır.
Ayrıca,
mollaların zehir zemberek açıklamalarını bir kenara
bıraksanız bile, var oluş felsefesini, tevhid-vahdet
yaşamını hafife almaları, bu kavramların hakkını
vermemeleri, bir bakıma ayaklarının yerden kesilmiş
olduğunu göstermiyor mu? Bunu görünce gerçekten
hüzünleniyorsunuz.
Her
okuduğuna “işte bu” diyen, işin sonuna geldiğine
inanan, ancak bir imtihandan bile geçmemiş, sıradan,
cahil kişiler böyle düşünse, bir dereceye kadar anlamak
mümkün. Ama deneyimli,
güngörmüş
insanların- mollaların- kendilerini bu saflığa terk
ettiklerini görmek, hem üzücü hem de düşündürücü.
Kimi deve
kuşu gibi başını kuma gömüyor, kimi alaycı bakışlarla
etrafı süzüyor, kimi de nifak ve hava atma peşinde
koşuyor. Tarihten ders alan ise nedense hiç olmuyor.
“Takıldıkları yer neresidir?” diye düşünüyorum. Sonuçta
takva konusunun yeterince anlaşılamadığı, onlar için
kerteğin burası olduğu kanaatine varıyorum. İyi ama
son durak değil ki üzerinde durdukları, kımıldamadıkları
boyut!
Oysa biraz
dikkât etseler ve üzerine eğilme zahmetine katlansalar,
durumu çok kısa süre içinde kavrayacaklar ve
algılamanın şeriatta başladığına, ama şeriatta
bitmediğine şahit olacaklar. Ve bu boyutun hakikâte
ulaştırmak için sadece araç olduğuna kanaat
getirecekler. İşte o zaman takvada değişim olacak,
tevhid kuralına sarılıp onu kendilerine mal edecekler.
Dostlarım!
Mollaların
bu düşüncelerinden sıyrılması ya da dışında
kalmasıyla izafi benliklerinin yıkılışını seyretmeleri
arasındaki farkı görmemek için ya gerçekten çok saf
olmak, ya da bu sonucu bilerek istiyorlar demek geliyor
insanın içinden.
Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun. |