Mukayeseli Boyut Etütleri
Ahmet F. Yüksel
 

Öncelikle şunu belirtmekte yarar var: Bir tasavvuf ehlinin algılayabildiği veya algılamaktan mahrum kaldığı tüm boyutlar, velhasıl hemen her şey, ef’al âleminde yaşanır. Bunu değişik şekilde yorumlayan Allah ehli; “Zatın, sıfat ve esması ile kesret alemine tenezzül” dür der. Nitekim Kur’anı Kerim Casiye 35-37 de “Hamd, Semavat’ın Rabbi, Arz’ın Rabbi, alemlerin Rabbi Allah’a aittir. Kibriya, Semavat’ta ve Arz’da O’nundur…O Aziyz’dir, Hakiym’dir” demektedir.

İlginç olanı hiçbir boyutun diğerinden kopuk olmamasıdır.

Toplum halinde yaşamanın gereği olan insani ihtiyaçlar, halkın diline, dünyasına yakın bir türkünün tutturulması, istikamet gösteremeyen cehenneme dönük davranışlar, hükümlere uymama, sembollere takılıp kalma durumları, uzayıp giden tartışmalar ef’alin yoğunlaştığını, varlığını gösteren işaretlerdir.

Belden aşağı vuruşlar, hiçbir kural tanımaksızın yapılan yönlendirmeler, baskı yaratımına katkıda bulunma türündeki tutumlar, kişisel kanı ve kanaatler, önyargılar, iyilikler güzellikler, hayranlıkla seyrettiğimiz doğa, dereler tepeler, dağlar, ağaçlar, renkler, desenler, sürekli değişmeler, başkalaşmalar, modernleşme adına yapılan tüm olumlu veya çarpık kişilikli/kişiliksiz hareketlerin tümü ef’alin eseridir.

Kesretin yoğunlaşması ili beşeri yaşam üst seviyeye çıkar ve insanoğlu bu âleme çakılı kalır. Sorular, sorunlar, nedenler, niçinler ve dertler bitmek bilmez. O nedenle aklını başına toplaması, kısır çekişmelerden, bencil tutumlardan vazgeçmesi gerekir.

Ef’alin iyisi ve kötüsüyle tarifi budur.

Akıldan hiç çıkarılmaması gereken hakikat şudur: Bizler Ef’ali böylesine bilinçsiz şekilde, tümüyle insani düşünce tarzıyla yaşama durumunda isek, yani belirli bir arınma, beklenen bir şeffaflık söz konusu değilse, esmayı, sıfatı, zatı yaşayabilmek ve tüm ayrıntılarının yansımalarını gerçekleştirebilmek için daha çokça zamana ihtiyacımız var demektir. Bu gerçeğin bilinmesi/benimsenmesi oldukça önemlidir.

Esma düzeyi; eşyanın hakikati olan, isimlerin manalarının bulunduğu boyut, (İsterseniz esma boyutuna stringler boyutu diyebilirsiniz) Efendimizin (sav) “Beni gören Hakk’ı görmüştür” dediği yerdir. Kişi bu noktaya miraç yaptığında ulaşır. Allah’a ait vasıfların tafsile gelmiş halidir de denebilir. İbn-i Arabi’nin “Ayan-ı sabite varlık kokusu almamıştır” dediği düzeydir.

Aslında, Esma-Sıfat tek bir boyuttur Esma ve sıfat ayrımının yapılması, isimlerin değerlendirilmesi, nasıl ve ne şekilde kullanılacağının bilinmesi ile ilgilidir.

Sıfat, bütün isimlerin tek bir vasıf, tek bir mana olarak algılandığı Vahidiyet noktasıdır. Vahidiyet’in değişik vasıflarla anılışı O’nun tekliğine halel getirmez. Sadece farklı özelliklerini yansıtır. 

Zat’ı, idrak söz konusu bile olamaz. Kimi evliyalar tarafından “İsmi Azam olarak kabul edilen ve zatın kimliği anlamına gelen HU ismi, yani hüviyeti” idrak edilemezliği cihetiyle mutlak yokluk, mutlak gayb olarak isim alır. Unutulmaması gerekir ki, ef’al, onu meydana getiren esma ve kökeninde yatan sıfatı, nihayet orijin boyut durumunda bulunan zat’ın art arda algılanıp yaşanması ile daire tamamlanır, bütünlük böyle tesis edilir. Aksi düşünülemez. Bir boyutun olmaması ya da birinin çökmesi, eksik yaşanması durumunda işler karışır, ikilik başlar.

Bütünlüğe uyum, belki ilk bakışta içine dâhil olması güç, uzak bir hal olarak algılanılır ise de, bahsedilen  husus fevkalade önemlidir. Geniş kitlelerin bilincine varamadığı Allah yaşamı, bahsettiğimiz biçimde oluşur ve anlık gelişir. Boyutlar büyük bir süratle, peş peşe birbirini takip etmelidir. Öyle dakikalarca durup beklediğinizde hiçbir şey yerine oturamaz, kayıp gider. Önemini kaybeder. Böylece beşeriyete, sınırlı/kayıtlı alanlara mahkûm olur kalırsınız.

Bunların arasındaki ilişkiyi/bağlantıları koparmamak gerekir. Her şey ef’alde yaşanır dendi. Ne ki bu anlık seyredişlerde, örneğin “esma boyutu ön plâna çıktığında” akabinde sıfat ve onu müteakip zat boyutların yaşanması beklenir.  Büyük bir hızla yapılan bu devinim sırasında içinde yaşadığımız bu sistemin esasen hiç olmadığını, adeta “yapma bebek” konumuna dönüştüğünü söyleyebiliriz.

Özetle; “Madde âlemi yok, beş duyuya göre kabul ediliyor, asıl olan bu düzeyi oluşturan manalardır” algılaması yoğunlaştığında kesretin bir hükmü kalmaz. Hüküm ise esasen “var kabul etmek” anlamını taşır. Böylece büyük evliyanın bakış açısında olduğu gibi âlemler, evren içre evrenler hayal olarak bu boyutu oluşturur.

Kişinin hayalleri ise sadece bireyin kendini tatmin amacı için gerçekleştirdiği bir yapılanmaya uzanır. Bu düzeyde hayal kurmanın amacı beyni rahatlatmak, sıkıntıları gidermektir. Gelişkin bir beyin ise yapısının dahi bir hayal olduğunu Kabul eder. Geriye kalan, mana yüklü, sonsuz sınırsız frekanstaki dalga boylarıdır.

Sıfat manaların toplu duruşunu sergiler. Sıfatların sonsuz olması, esmanın sonsuzluğu ile ilintilidir.

Önemli, bir detay üzerinde durmam gerekiyor, şöyleki; Zat’I yaşamanın gerekçesinde manalar ve vasıflar bir koşul olamaz. Sırf Ahadiyet olarak tanımlanan zatın yaşanmasında (nasıl yaşanıyorsa) kişisel değil mutlak benliğin dahi terki gerekir.

Mutlak yokluk enniyeti ancak zatiyyunlara aittir. Vahidiyetin batını konumundaki bu durum zahirinin içerdiği “Ben” anlayışı ile çok farklıdır. İlki zati ilime sahip olanların ‘Ben’ini’ tanımlar.Çünkü Ahadiyete iştirak eden bir enniyet’i, ve zatın kendi bünyesindeki tecelliyi göstermektedir.
 

 

 
 
Şanlıurfa - 06.09.2008
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com