Öncelikle
şunu belirtmekte yarar var: Bir tasavvuf ehlinin
algılayabildiği veya algılamaktan mahrum kaldığı tüm
boyutlar, velhasıl hemen her şey, ef’al âleminde
yaşanır. Bunu değişik şekilde yorumlayan Allah ehli;
“Zatın, sıfat ve esması ile kesret alemine tenezzül”
dür der. Nitekim Kur’anı Kerim Casiye 35-37 de “Hamd,
Semavat’ın Rabbi, Arz’ın Rabbi, alemlerin Rabbi Allah’a
aittir. Kibriya, Semavat’ta ve Arz’da O’nundur…O
Aziyz’dir, Hakiym’dir” demektedir.
İlginç
olanı hiçbir boyutun diğerinden kopuk olmamasıdır.
Toplum
halinde yaşamanın gereği olan insani ihtiyaçlar,
halkın diline, dünyasına yakın bir türkünün tutturulması,
istikamet gösteremeyen cehenneme dönük davranışlar,
hükümlere uymama, sembollere takılıp kalma durumları,
uzayıp giden tartışmalar ef’alin yoğunlaştığını,
varlığını gösteren işaretlerdir.
Belden
aşağı vuruşlar, hiçbir kural tanımaksızın yapılan
yönlendirmeler, baskı yaratımına katkıda bulunma
türündeki tutumlar, kişisel kanı ve kanaatler,
önyargılar, iyilikler güzellikler, hayranlıkla
seyrettiğimiz doğa, dereler tepeler, dağlar, ağaçlar,
renkler, desenler, sürekli değişmeler, başkalaşmalar,
modernleşme adına yapılan tüm olumlu veya çarpık
kişilikli/kişiliksiz hareketlerin
tümü
ef’alin eseridir.
Kesretin
yoğunlaşması ili beşeri yaşam üst seviyeye çıkar ve
insanoğlu bu âleme çakılı kalır. Sorular,
sorunlar, nedenler, niçinler ve dertler bitmek bilmez. O
nedenle aklını başına toplaması, kısır çekişmelerden,
bencil tutumlardan vazgeçmesi gerekir.
Ef’alin
iyisi ve kötüsüyle tarifi budur.
Akıldan hiç
çıkarılmaması gereken hakikat şudur: Bizler Ef’ali
böylesine bilinçsiz şekilde, tümüyle insani düşünce
tarzıyla yaşama durumunda isek, yani belirli bir arınma,
beklenen bir şeffaflık söz konusu değilse, esmayı,
sıfatı, zatı yaşayabilmek ve tüm ayrıntılarının
yansımalarını gerçekleştirebilmek için
daha çokça zamana ihtiyacımız var demektir. Bu
gerçeğin bilinmesi/benimsenmesi oldukça önemlidir.
Esma
düzeyi;
eşyanın hakikati olan, isimlerin manalarının bulunduğu
boyut, (İsterseniz esma boyutuna stringler boyutu
diyebilirsiniz) Efendimizin (sav) “Beni gören
Hakk’ı görmüştür” dediği yerdir. Kişi bu noktaya
miraç yaptığında ulaşır.
Allah’a ait
vasıfların tafsile gelmiş halidir de denebilir. İbn-i
Arabi’nin “Ayan-ı sabite varlık kokusu
almamıştır” dediği düzeydir.
Aslında,
Esma-Sıfat tek bir boyuttur Esma ve sıfat
ayrımının yapılması, isimlerin değerlendirilmesi, nasıl
ve ne şekilde kullanılacağının bilinmesi ile ilgilidir.
Sıfat,
bütün isimlerin tek bir vasıf, tek bir mana olarak
algılandığı Vahidiyet noktasıdır. Vahidiyet’in
değişik vasıflarla anılışı O’nun tekliğine halel
getirmez. Sadece farklı özelliklerini yansıtır.
Zat’ı,
idrak söz konusu
bile olamaz. Kimi evliyalar tarafından “İsmi Azam
olarak kabul edilen ve zatın kimliği anlamına gelen HU
ismi, yani hüviyeti” idrak edilemezliği cihetiyle
mutlak yokluk, mutlak gayb olarak isim alır.
Unutulmaması gerekir ki, ef’al, onu meydana getiren esma
ve kökeninde yatan sıfatı, nihayet orijin boyut
durumunda bulunan zat’ın art arda algılanıp yaşanması
ile daire tamamlanır, bütünlük böyle tesis edilir.
Aksi düşünülemez. Bir boyutun olmaması ya da birinin
çökmesi, eksik yaşanması durumunda işler karışır, ikilik
başlar.
Bütünlüğe
uyum, belki ilk bakışta içine dâhil olması güç, uzak bir
hal olarak algılanılır ise de, bahsedilen husus
fevkalade önemlidir. Geniş kitlelerin bilincine
varamadığı Allah yaşamı, bahsettiğimiz biçimde oluşur ve
anlık gelişir. Boyutlar büyük bir süratle, peş peşe
birbirini takip etmelidir. Öyle dakikalarca durup
beklediğinizde hiçbir şey yerine oturamaz, kayıp gider.
Önemini kaybeder. Böylece beşeriyete, sınırlı/kayıtlı
alanlara mahkûm olur kalırsınız.
Bunların
arasındaki ilişkiyi/bağlantıları koparmamak gerekir. Her
şey ef’alde yaşanır dendi. Ne ki bu anlık seyredişlerde,
örneğin “esma boyutu ön plâna çıktığında”
akabinde sıfat ve onu müteakip zat boyutların yaşanması
beklenir. Büyük bir hızla yapılan bu devinim sırasında
içinde yaşadığımız bu sistemin esasen hiç olmadığını,
adeta “yapma bebek” konumuna dönüştüğünü
söyleyebiliriz.
Özetle;
“Madde âlemi yok, beş duyuya göre kabul ediliyor, asıl
olan bu düzeyi oluşturan manalardır” algılaması
yoğunlaştığında kesretin bir hükmü kalmaz. Hüküm ise
esasen “var kabul etmek” anlamını taşır. Böylece
büyük evliyanın bakış açısında olduğu gibi âlemler,
evren içre evrenler hayal olarak bu boyutu oluşturur.
Kişinin
hayalleri ise sadece bireyin kendini tatmin amacı için
gerçekleştirdiği bir yapılanmaya uzanır. Bu düzeyde
hayal kurmanın amacı beyni rahatlatmak, sıkıntıları
gidermektir. Gelişkin bir beyin ise yapısının dahi bir
hayal olduğunu Kabul eder. Geriye kalan, mana yüklü,
sonsuz sınırsız frekanstaki dalga boylarıdır.
Sıfat
manaların toplu duruşunu sergiler. Sıfatların sonsuz
olması, esmanın sonsuzluğu ile ilintilidir.
Önemli, bir
detay üzerinde durmam gerekiyor, şöyleki; Zat’I
yaşamanın gerekçesinde manalar ve vasıflar bir koşul
olamaz. Sırf Ahadiyet olarak tanımlanan zatın
yaşanmasında (nasıl yaşanıyorsa) kişisel değil mutlak
benliğin dahi terki gerekir.
Mutlak yokluk enniyeti ancak zatiyyunlara aittir.
Vahidiyetin batını konumundaki bu durum zahirinin
içerdiği “Ben” anlayışı ile çok farklıdır. İlki
zati ilime sahip olanların ‘Ben’ini’
tanımlar.Çünkü Ahadiyete iştirak eden bir
enniyet’i, ve zatın kendi bünyesindeki tecelliyi
göstermektedir. |