İnsan,
sırf
madde
boyutunda
yaşama
sevdasında
ise, ne
yaparsanız
yapın,
hangi
yola
başvurursanız
vurun,
onu
manevi
yöne
sevk
edemez,
tatmin
de
edemezsiniz.
Çok
enteresandır,
insanların
ulaştığı
bu
duruma,
hayvanların
dahi
yetişemediği
görülür.
Onlar
neticede
içgüdüleri
ile
yaşar.
Yeteneklerinin
bir
sınırı
vardır,
onu
aşamazlar.
Meselâ,
ihtiyaçlarının
çoğunu
karşılayamazlar,
ama
açlığa
uzun
süre
dayanabilirler.
Her
istediklerinde
karnını
doyurma
imkânına
sahip
olamazlar.
İnsan
ise
(sosyal
hayvanı
kast
ediyorum),
öyle
değildir,
farklıdır.
Midesi
tatmin
olmaz.
Yedikçe
yer,
içtikçe
içer.
Tarafsız
kalamazlar.
Zira
duyguları
ile
hareket
ederler.
Adil de
olamazlar.
Kuran
da;
bu
türleri,
“…
Aşağıların
aşağısına,
indirdik”
diye
tanımlar.
Böyle
bir
kişinin
bütün
hayatı,
bedenine-nefsine
hizmet
şeklinde
geçer.
Beden
ağırlıklı
bir
anlayış
içinde
ve
tatminsizlik
duygusu
ile
hemen
her
şeyin
peşinde
koşmaktan
yorulur.
Bitkin
duruma
gelir.
Söz
konusu
haller
bencilliği
doğurur;
kişi
sürekli
çatışmayı
arzular.
Haksızlık
ve
akılsızlık
yapsa
dahi,
umurunda
değildir.
Rekabet
ortamlarına,
başköşelere
geçmeye
bayılır.
Azla
kanaat
etmez,
hırsla
yaşamını
sürdürür.
Ölçüyü
bulamaz,
fazlasını
ister.
Hayatı
maddeden
ibaret
görür.
Yapay
başarıları
ile
güçlü
kuvvetli,
her şeye
hâkim
olduğunu
düşünür.
Ne var
ki gücü
geçicidir.
Başaramadığı
işlerde
kaba
kuvveti
öne
çıkarır,
akıl
almaz
işler
yapar ve
hakkı
gözetmez.
Tapınmaya
ve
tartışmaya
dalar.
Dinin
esasını,
varoluş
gayesini
unutur.
Etrafına
değer
vermez.
Dostları
ondan
korkar
hale
gelir.
Oysa
mümin
bir
insan
farklıdır.
Daima
inançları
istikametinde
yaşar.
Allah
Resulü’nün
(sav)
bildirdiklerine
iman
edenler
Mü’min
vasfını
kazanırlar.
Efendimiz
bir
hadisinde
“Mü’min,
mü’minin
aynasıdır.”
buyuruyor.
Bir
insanda
Mü’min
ismi
kuvveden
fiile
çıkarsa
o kişi,
vehimden
kurtulur.
Bir
diğer
hadisinde
ise
“Mü’minin
kalbi
Rahman’ın
iki
parmağı
arasındadır”
demektedir.
Bilincimiz,
onun
kudreti
ile her
an
değişir,
manasına
gelir.
Bu
mahaller
yaşadığı
her
olayda
tatmin
olur,
rahata
ulaşır;
kendinden
ziyade
bir
başkasının
mutluluğunun
peşinde
dolaşırlar.
Bunu da
fark
ettirmeden
yaparlar.
Bundan
duyduğu
hazla,
zevk
âlemine
dalar ve
Mü’min
vasfını
kazanırlar.
Bilirler
ki asıl
olması
gereken,
manevî,
zihnî ve
ruhî
olgunluktur.
Çünkü bu
hissin
kaynağının
tükenmesi
söz
konusu
olamaz.
Mü’min
kişi
maddî
olanaklarının
azalmasına
üzülmez,
artmasına
da
sevinmez.
Çünkü o
düşüncesiyle,
fiiliyle
ölüm
ötesi
yaşama
kendini
hazırlar.
Sıradan
insanların
duyduğu
azaplar
bir
mümine
ulaşmaz,
sıkıntı
çekmesine
neden
olamaz.
Mümin
kişi,
yaşadığı
olumsuzluklardan
şikâyet
etmediği
gibi,
geleceğin
ıstıraplarını
da
çekmez.
Hükümlere
karşı
sorumluluk
bilinciyle
hareket
etmesi,
bu
sınıfın
ne kadar
farklı
olduğunun
bir
göstergesidir.
Mü’min,
yaratılmış
varlıklar
içinde
en güçlü
olanıdır.
Ayrıca
iradeli,
bilgili,
sabırlı,
olaylara
ferasetle
bakabilen,
duyan,
merhametli
ve
şefkatli
kimsedir.
Çünkü
Allah
Resulü’nün
dediklerini
birebir
yapan ve
amentünün
esaslarına
tanrıya
dayalı
olarak
değil,
“Aminu
Billahi”
sırrıyla
iman
eden
kimselerdir.
Mü’min,
toplumdan
gördüğü
ilgiyle
huyu
değişen,
megolamaniye
varan
biri
değildir.
Aksine
sakince,
fikri
gerekçelerle
konuları
tartışan,
kimseye
kin ve
nefret
beslemeyen,
en
önemlisi
içi
ve dışı
aynı,
sertlik
ve
inciticilik
vasıfları
bulunmayan
biridir.
O
nedenle
Allah
Rasulünce,
çoğu
zaman
taltif
edilmişlerdir.
Buraya
kadar,
önce
İslâmın
avami
kanadının
Mü’min
lerinden
söz
ederken,
bir de
havasi
kanat
olduğunu
ima
etmiş
bulunuyoruz.
Bu
havasi
kanat,
her
bakımdan
dikkate
alınacak
potansiyeli,
Mukarrebun
(yakıny
ehli)
zümresini
tarif
eder.
Muhammedi
boyutta
dahi
zikredilenleri
bulunmaktadır.
Yazı
başlığını
taşıyan
kelamın
orijin
boyutu
işte
budur.
Bu
takdirde
en alt
düzeydeki
bir
Mü’minin
hakikati,
esma
boyutundaki
Mü’min
ismine,
Mü’min
isminin
hakikati
de
Hu’ya,
yani
Allah’ın
kuluna
dayanır.
Bu
açıklamaya
istinaden,
bir
İnsan-ı
Kâmilin,
diğer
bir
İnsan-ı
Kamile
ayna
oluşunu;
“Mümin
müminin
aynasıdır”
şeklinde
kabul
etmek
gerekir. |