Mutluluk Nedir?
Bir Çin şairi Li Ta-Po’ya göre şudur: “Bana mutluluk nedir diye mi soruyorsunuz siz? Size yolu sorduktan sonra şarkı mırıldanarak yürüyüp giden küçük bir kız.”
Hafız’a göre ise: “Dostlar, bir şarap testisi, boş zaman, bir kitap, çiçekler arasında bir köşecik.”
Felicien Marceau’ya göre: “Ne istediğini bilmek ve onu olanca gücüyle istemek.”
Jokai’ye göre: “Bende olanları sevmek, olmayanların üzerine düşmemek.”
Eflatun’a göre: “Bilge ve iyi olmak.”
Aisklos’a göre: “Dengini bulmak.”
Bana göre : “Korkmadan yaşamak, sevilmeden sevmek, lanetleyene iyilik talep etmek, ufuksuz kalmamak, yenilenmek, dünyadan soyutlanmamak, kimseyi küçümsememek.”
Napolyon, “Mutluluğa asla inanmadım.” demiş. Belki de mutluluğun yollarını arama cesaretini kendinde bulamadı, demek daha gerçekçi olur.
Maugham ise “Dünyada herkese yetecek kadar mutluluk yoktur.” şeklinde açıklamış görüşünü. Anlayacağınız, İngiliz yazar, kolayca bulunabilen, ortaya şıp diye çıkan bir duygu olarak kabul edemiyor mutluluğu. Nadiren gözüktüğünü ve bu şansa sahip olanların bir elin parmakları kadar az olduğunu ifade ediyor...
Bunca ünlü kişi ve bendeniz mutluluğu böyle tarif ediyoruz. Bunun dışında her şey kandırmaca gibi görünüyor. Mutluluğa herkesin ihtiyacı olduğu açık. Söz konusu duygu; otorite ve genel ahlâki normlara uyanların, şefkat ve vicdan sahiplerinin elinde gibi. Aksine yaşam sürenler, bu lezzetin farkına varamıyor. Haliyle, sınıfsal bir ayrım gözetmeksizin, "samimiyetle bir şeye inanan kesim", ona sahip çıkıyor.
Bu niteliğin amacı, evrenselliği göz önünde bulundurmak şartıyla, insanlar için ortak çıkarların oluşmasını sağlayan nedenleri yakalayabilmek.
Zira insanın buna hakkı var.
Mutsuzluk ise ipe sapa gelmez ilişkilerde bulunmuş, kirli işlere karışmış ya da bu tip insanlarla ortak iş tutmuş veya psikolojik savaşın kurbanları arasına karışmış olanlarda boy gösteriyor.
İnsanda şu veya bu nedenlerle "bir korku hâkimse", huzur ön plâna çıkamıyor.
Mutluluğun sınır tanımadığını gösteren bir işaret ise şöyle: Dünyada açlık çeken bir yığın insan var. Nerdeyse kemikleri sayılıyor. İnsanın aklına, acaba onlar mutlu olabilirler mi diye bir düşünce gelebiliyor.
Şöyle ki; bir dilim ekmek bulmaları, mutlu olmaları için önemli bir neden. Zira olmayan bir şey olur hale gelmiş, o kimsenin ihtiyacını karşılamıştır. Bu da mutluluğun açık bir ispatıdır.
Oysa bir başkası, sabah akşam üç öğün yer, karnını tıka basa doyurur, ekonomik koşulları yerindedir gezer, tozar, ama gece eve döndüğünde “Ah canım çok sıkılıyor, çok mutsuzum” diye iç geçirebilir.
Hele çok huzurlu olduğunu düşündüğünüz bir arkadaşınızın, bunalıma girdiğini ve intiharın eşiğinden döndüğünü duyunca, bu kez siz şok geçirebilecek düzeye gelirsiniz. Böylesine benzer durumlar, bu kavramın olaylara göre değil, ‘kişilere göre değiştiğine’ işaret ediyor.
Bir bakıma “mutluluk duygusunun” pek kayıt altına giremeyeceğini, istek ve arzulara kavuşmanın getirisi ile ön plâna çıktığını gözlemlemekteyiz.
Mutsuz olan, “kaderinin kendi tarafından tayin edilememesi düşüncesi ile uykularını kaçırıyor”, rüyalarını karabasana dönüştürüyor.
İstiyor ki her şey elinde olsun, mutluluğu bu haliyle ve acilen yakalayabilsin. Bazıları da kendileri mutlu olduğunda başkalarınınkini hazmedemiyor. Sanki kendi havalarının sönüvereceğini düşünüyorlar veya duymak istemedikleri bir sesin, mutluluklarını bozabileceğini kabul ediyorlar. Aslında bu tür düşünceleri dahi o andaki mutluluklarının geçici olduğunun belgesi. Tam bir fiyasko yaşanıyor. Ama farkında olamıyorlar.
Bence onlara "kızmamak, öfkelenmemek, şaşırmamak" lazım.
Her türlü şartta mutlu olmanız dileğiyle yazımı noktalıyorum sevgili okurlar.
|