Ne cahile rağmen, ne de cahille...
Ahmet F. Yüksel
 

Toplum yaşamında sıkça kullanılan ‘cahil’ kelimesinin üzerinde durmak gerekiyor. “Bilgisiz, toy ve tecrübesi olmayan” anlamına gelen bu sözcüğün iki türü var. İlki, cahil-i munsif olarak tanımlanan, özetle, bilmediğini alenen ortaya koyan, bilgisizliğini ‘ben cahil bir kimseyim’ arkadaş diyerek samimiyetle itiraf eden,  bundan ötürü insaflı olan ve bu tarzıyla insanlara yaklaşımda bulunan kişilerle ilgilidir.

Diğeri ise cahil-i anûd olan, inatçı tabiatı ile yanlış bildiği halde bildiklerinin doğru olduğuna inandırmak isteyen, cahilliğini ‘işte budur’ havalarında zorla insanların gözüne sokan kimse manasına gelir.

Tahmin edilir ki her zümrenin kendine göre cahil insanları vardır. Ama gerçek İslam eri, okumuş, kültürlü, güvenilir, sakin, ağırbaşlı vakur olur. Bu tür kişilere hemen her kesimin saygısı vardır. Ancak, bir de gerçekten cahil sayılabilecek bir Müslüman grubu var ki onlar cidden eğitime ihtiyaç duymaktadır.

Midesi ile bağlantılı, çıkarcı, dedikodudan başka elinden bir şey gelmeyen, nifak sokucu bu tür, toplumu katletmekten başka hiçbir şeyi düşünmez. Aslında öldürmesi gereken, nefsiyken, bundan haberdar bile değildir. Ola ki ‘Nefsini tezkiye eden kurtulmuştur’ ayetini hiç duymamış olanlardır.

Mehdi (a.s) dünyaya teşrif ettiğinde ona ilk karşı olacaklar diye bahsedilen, esas kimliklerini saklayan, işte bu sınıftır.

Benim cahil zümreye ayrıca ilave etmek istediğim,  asla cahil olmadığını ispat edici hareketlerde bulunan, baştan kabul eder gibi görünüp paylaşan, içten pazarlıklı, son derece yetersiz bir başka sınıf var ki; onlar kesinlikle dönek sınıfında sayılırlar.

Kendilerinden en ufak bir kuşku duyulmadığı için cahilliklerini zamanı gelince ortaya koymaya, aktarılmayan şeyleri gelişigüzel kendince anlamlar çıkararak aktarmaya bayılırlar. Böylesi hamasi bir konumdan hiç çekinmezler.

Asıl korkulacak ‘cahiller’ bunlardır!

Tevhid ile şirk ve iyilik ile kötülük arasında döner dururlar.

Oysa bilindiği üzere tevhid, salt birleştirici olmakla birlikte tümelliğe davet edici bir kavram olarak göze çarpmaktadır. Bu nedenle, insanoğlunun her şeye rağmen ona yakışan uygulamaları sürdürebilmesi ve önemli yükümlülükler taşıması gerekir. Çünkü, tevhid anlayışı bunu öngörür.

Elbette, İslam tarihi içinde, gerek düşünsel ve davranışsal karakterleri,  gerek toplumsal durum ve konumları icabı farklı seviyede insanlar bulunacaktır. Ama, onların hayatı okumaları ve anlama seviyeleri, üslup ve eğilimleri ne olursa olsun, inanç düzeyi ile bunları İslamileştirerek sürdürme yolunu seçmeleri gerekir.

Zira Kur’an’da toplumlar arası ilişkilerdeki polemiklere ve bu yönlü sapmalara karşı uyarı mahiyetinde kapsamlı açıklamalar olmasına rağmen, yine de amiyane okumalar yani bireysel tutumlar, ‘duygulara hitap edici yaklaşımlar’ oluşturulmakta ve kendilerine göre olan İslam modeli böylesine sürdürülmektedir.

Bu nevi yaklaşımlar ‘evrensel okumayı’ bir kenara bırakın, toplumsal okumayı dahi netleştirecek düzeyde olmadığı gibi birtakım körleşmelere/çıkmazlara neden olmaktadır.

Şu halde maddeperestlik ile cahillik arasında pek bir fark yok diyebilmek mümkündür.

 

 
 
İstanbul - 05.05.2008
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com