Toplum yaşamında
sıkça kullanılan ‘cahil’ kelimesinin üzerinde
durmak gerekiyor. “Bilgisiz, toy ve tecrübesi olmayan”
anlamına gelen bu sözcüğün iki türü var. İlki,
cahil-i munsif olarak tanımlanan, özetle,
bilmediğini alenen ortaya koyan, bilgisizliğini ‘ben
cahil bir kimseyim’ arkadaş diyerek samimiyetle
itiraf eden, bundan ötürü insaflı olan ve bu tarzıyla
insanlara yaklaşımda bulunan kişilerle ilgilidir.
Diğeri ise
cahil-i anûd olan, inatçı tabiatı ile yanlış bildiği
halde bildiklerinin doğru olduğuna inandırmak isteyen,
cahilliğini ‘işte budur’ havalarında zorla
insanların gözüne sokan kimse manasına gelir.
Tahmin edilir ki
her zümrenin kendine göre cahil insanları vardır. Ama
gerçek İslam eri, okumuş, kültürlü, güvenilir, sakin,
ağırbaşlı vakur olur. Bu tür kişilere hemen her kesimin
saygısı vardır. Ancak, bir de gerçekten cahil
sayılabilecek bir Müslüman grubu var ki onlar cidden
eğitime ihtiyaç duymaktadır.
Midesi ile
bağlantılı, çıkarcı, dedikodudan başka elinden bir şey
gelmeyen, nifak sokucu bu tür, toplumu katletmekten
başka hiçbir şeyi düşünmez. Aslında öldürmesi gereken,
nefsiyken, bundan haberdar bile değildir. Ola ki
‘Nefsini tezkiye eden kurtulmuştur’ ayetini hiç
duymamış olanlardır.
Mehdi (a.s)
dünyaya teşrif ettiğinde ona ilk karşı olacaklar diye
bahsedilen, esas kimliklerini saklayan, işte bu
sınıftır.
Benim cahil
zümreye ayrıca ilave etmek istediğim, asla cahil
olmadığını ispat edici hareketlerde bulunan, baştan
kabul eder gibi görünüp paylaşan, içten pazarlıklı, son
derece yetersiz bir başka sınıf var ki; onlar kesinlikle
dönek sınıfında sayılırlar.
Kendilerinden en
ufak bir kuşku duyulmadığı için cahilliklerini zamanı
gelince ortaya koymaya, aktarılmayan şeyleri gelişigüzel
kendince anlamlar çıkararak aktarmaya bayılırlar.
Böylesi hamasi bir konumdan hiç çekinmezler.
Asıl korkulacak
‘cahiller’ bunlardır!
Tevhid ile şirk
ve iyilik ile kötülük arasında döner dururlar.
Oysa bilindiği
üzere tevhid, salt birleştirici olmakla birlikte
tümelliğe davet edici bir kavram olarak göze
çarpmaktadır. Bu nedenle, insanoğlunun her şeye rağmen
ona yakışan uygulamaları sürdürebilmesi ve önemli
yükümlülükler taşıması gerekir. Çünkü, tevhid anlayışı
bunu öngörür.
Elbette, İslam
tarihi içinde, gerek düşünsel ve davranışsal
karakterleri, gerek toplumsal durum ve konumları icabı
farklı seviyede insanlar bulunacaktır. Ama, onların
hayatı okumaları ve anlama seviyeleri, üslup ve
eğilimleri ne olursa olsun, inanç düzeyi ile bunları
İslamileştirerek sürdürme yolunu seçmeleri gerekir.
Zira Kur’an’da
toplumlar arası ilişkilerdeki polemiklere ve bu
yönlü sapmalara karşı uyarı mahiyetinde kapsamlı
açıklamalar olmasına rağmen, yine de amiyane okumalar
yani bireysel tutumlar, ‘duygulara hitap edici
yaklaşımlar’ oluşturulmakta ve kendilerine göre olan
İslam modeli böylesine sürdürülmektedir.
Bu nevi
yaklaşımlar ‘evrensel okumayı’ bir kenara
bırakın, toplumsal okumayı dahi netleştirecek düzeyde
olmadığı gibi birtakım körleşmelere/çıkmazlara
neden olmaktadır.
Şu halde maddeperestlik ile cahillik arasında pek bir
fark yok diyebilmek mümkündür. |