Uzun yıllar önce Hindistan’da geçtiği söylenir bu
hikâyenin...
Allah’ı tanımaya
karar veren adamın biri, kendisine yardım edebilecek bir
bilge aramaya koyulur.
Ve nihayet bir
gün nehrin kıyısında gezinirken, aradığı insanı
karşısında bulur. Sevinç ve saygıyla bilgenin yanına
yaklaşır, tam ağzını açacakken yaşlı adam çevik bir
hareketle onu ensesinden yakalayarak nehre sürükleyip
başını suya batırır.
Sersemleyen adam
bir an debelenir, sonra da rahatlayarak: ‘ Benim ne
istediğimi anladı. ’ diye düşünür. “ Bu da bir
arındırma ritüeli olmalı...”
Fakat ensesindeki çelik el, bir saniye bile yumuşamadan
onu suyun altında tutmaya devam eder. Ciğerlerindeki son
havanın tükenmeye başladığını hisseden adam, birden
paniğe kapılır. Korku ve şaşkınlıkla: “ Bu bir bilge
değil, zır delinin teki ! ”der ve başlar
çırpınmaya.
Ama ensesindeki pençeden kurtulamaz. Nefesi, direnciyle
birlikte yok olurken durgunlaşır. Durgunlaştığı anda
üstat onu sudan çıkarır ve delici bir bakışla. “ En
son düşüncen neydi? ” sorusunu sorar.
Zar zor kendine gelmeye çalışan adam: “ Ne kadar hava
istediğimdi. ” cevabını verir.
Bunun üzerine bilge, manalı bir gülümsemeyle şöyle der:
“Allah’ı o kadar istediğin gün bana tekrar gel. O
zaman sana öğretirim.”
Bu hikâyeden
çıkan sonuç, anladığım kadarı ile hangi işe başlanırsa
başlansın önce ne istediğini iyice bilmek ve buna göre
bir atılım yapmak olmalıdır. Aksi halde, birey başladığı
noktaya gerisin geriye dönüş yapmak zorunda kalır.
Hz. Muhammed’in
hayatı ve ölümünden sonra ilkelerini belirleyen
kuralları, ne yapmak istediğini araştıran insanlara her
an esin kaynağı olmuştur.
Örnek yaşam tarzı ile nübüvvetini ilan etmeden önce ve
sonrasında bir bütün halinde insanlığa ışık saçmış,
varoluş gayesini ve amacını bilmek durumunda olanlara
arzu ettikleri yolu açmıştır.
Değerli dostlarım!
Pazarlığa dayanan, zoru dışlayan, bilinmez bir
karanlığın peşinde koşan, çıkar amaçlı kültür anlayışına
sahip bir insan bu yola giremez. Sanırım, yaşlı bilgenin
de söylemek istediği buydu. İyi sezinlenmemiş bir
arayışla yola çıkınca sonunda gelip dayanılacak nokta
budur. Aksini düşünenlere şunu sormak gerekir:
Gaye, Allah ı tanımak ise dünya ile bağların kopmasına,
başka ne vesile olabilir?
Allah’ı tanımak farklı bir üslûp ve tarz, somut
adımların atılmasını ister. Doyulmaz güzelliği seyretmek
için olumsuzu kabullenmek, tümün içine almak zorundayız
Bu açıdan bakıldığında her şey madde ile tanımlanamaz,
beşeri değerlere indirgenemez. Manevi değerler, madde
yaşamından çok daha önem taşır.
Dünyevi değerler mananın yanında erir buharlaşır.
Dünyada olup bitenlere ‘misafir’ gözle bakmayı ‘gördüğüm
kadarıyla’ demeyi, belki kolay değil, ama ‘
pişman olmamayı’, ters bir durumla karşılaşıldığında
bunun mutlaka bir hikmeti olduğunu kabullenmeyi
gerekiyor.
O eşsiz,
benzersiz mutlak varlığı tanımanın başkaca bir yanı yok!
Doğru hedef ve zamanlamayı seçebilen, her zaman kazanır.
Bu husus ciddi avantajlar içeriyor.
|