Öğrenememenin cezası, toplum tarafından ‘‘Cahil’’ etiketiyle damgalanmaktır. Çünkü özde bilgiler, bu ‘‘geri’’ vasıflı insanların üzerinden akıp gider.
Cahillerin malûmatı özümseme, değerlendirebilme ile hiçbir ilgisi yoktur. ‘‘Lâf ola beri gele!’’ şeklinde yapılan yaklaşımların sonucu budur.
‘‘Ben biliyorum’’
diyen insan da aşağı yukarı bu sınıfta mütalâa edilir. Zira ego tatmini halk arasında iyi karşılanmaz. Öğrenişte bilgiler, az da olsa yaşama geçmek zorundadır, yoksa sırıtır.
Bilgi alışverişi yapanlar, doğruyu bilme hakkına sahiptir. Ayrıca yetenek ve kapasite, çevresine bunu yansıtmak durumundadır.
Çıkar çatışması/mücadelesi üzerine kurulu bir eğitim, egosuna hizmet eden bir ben’in mahsulüdür.
Bu gibi haller, salt insana özgü olan şartlarla bağdaşamaz.
Ama öğretiden bahsederken, bu yetenekten yoksun olan diğer faktörlerin de üzerinde durmamız, onların anlam ve mahiyetini kavramamız açısından çok önemlidir.
Öğrenenin hayatı bir çiledir. Bilgi sahibi olmak isteyen, aceleci bir tutum izler. Anlamadığı zaman öğretmenini hedef tahtası yapar.
Bu çalışma bazen ukalâlık, hazımsızlık getirebilir. Her şeye, tüm olumlu yaklaşımlara rağmen, öğrenci, tutarsızlığının acısını yine öğreticisinden çıkarmak ister.
Bilincini bununla içeriklendirir. Kendine güven duymamaktan ötürü, öğreticiye duyduğu nefreti ilk etaplarda pek fark edemez. Ama amacını meşrulaştıracak argümanlardan (kanıt) başkasıyla beslenemez olur. Böylece özgüvenini kaybedeceği bir sürece adım atmıştır.
Hele Hz. Ali’nin, ‘‘Bana bir kelime öğretenin kırk yıl kölesi olurum.’’ şeklindeki sözlerini hiç hatırlamaz.
Böylece, nankörlük boyutunda yerini alırken az önce değindiğimiz konulara bakarak dudak bükerler.
Bilgiyi hazmedemeyen çirkinleşir. Bir konu hakkında kafa yorup tartışmak yerine ezberi seçer. ‘‘Yeter, ben de biliyorum!’’ demesi, ‘‘Günyüzü görmek benim de hakkım!’’ şeklinde iddialarda bulunması, yokluğun ne olduğunu bilen ehlince dudak bükülerek izlenir.
Kaldı ki insan olmanın, öğrenmenin yolu, belli süreden, süzgeçlerden geçer. Büyük çap ve derinliğe böyle ulaşılır. Sonuçta, eksikliklerinin, yanlışlarının farkına varmak bir erdemdir.
Belirli bir terbiyeden geçmeyenler, öğrendikçe kabalaşır. Her zaman kusarlar. Bu halleri ile değişime girmekten korkar hale gelirler. Nedeni, bu yapay vasıflarını kaybetme telâşıdır.
Şayet ‘‘bazı şeylerin, kafasına dank etmesini’’ istiyorsa etrafına bakıp başarılı olanların tuttuğu yolu izlemelidir. Zira aydınlatıcı bilgilere vakıf olmak, bilgi ve fikir üretmek yabana atılacak şeyler değildir.
Ne ki istikrarın olmadığı, cinsel tercihlerin işlevselleştiği yerlerde, öğrenim âdeta durur.
Anlayamama, kavrayamama, istidat ve kabiliyetle ilgilidir. Bütün insanlığın kurtuluşu veya yıkımı burada başlar, burada biter. İstidadın getirisinde, var oluş gayesini kolaylıkla yakalama vardır. İstidat yoksa kabiliyet bir işe yaramaz.
Öğretici insanda ise bazı önemli özellikler olmalıdır; sıkı bir eğitimci, duruşundan, ses tonundan, insanî yaklaşımlarından bellidir. Bilgi aktarımı yaparken kendisindeki hasletleri de yansıtır.
Ayrıca bıkmadan, usanmadan ve kırıcı olmadan yetiştirdiği kimselere bilgilerini –yeri geldiğinde- aktarmak zorundadır.
Yetiştirici, kısa süreli mesajlar vermekten kaçınmalı, vahdet/teklik sarhoşluğunu gizlemeyi bilmeli, haytalıklara sapmamalıdır.
İnsanın kadrini ve değerini hesaplarken, önemsediği vasıfları öğrencisine de yakıştırmak durumundadır. Zira hiçbir öğretici, arkasında yetiştirdiği kimse bırakmadan bu dünyadan göçüp gitmeyi düşünmez.
Bazı öğreticilerin performansı tatmin edicidir. Onlar topluluk arasında bulunan, eğitilmeye müsait yaratılıştaki kişileri, cımbızla çeker gibi alırlar.
Ama ne kadar uğraşırsa uğraşsınlar, fıtrat değişikliğini gerçekleştiremezler.
Bu husus Allah’ın bir hükmüdür.
Yapageldikleri, sadece temel esasları aktarmaktır.
Şurası muhakkak ki sağduyu sahibi bir insan, kendisine saygısını koruyabilmek ve kendine güven duyabilmek için önce öğrenmek, sonra öğretmek, başarılı sayılmak, sözünü dinletebilmek, itibar görmek, kısaca adam yerine konmak ister.
Yaşadığımız döneme ve her döneme özgü olan bu vasıflar, batınını ikmal edip, zahirini yaşayanlar için de geçerli olmaktadır.
Çünkü batın ve zahir eşit düzeydedir.
|