Kaçınılmaz bir son gibi görünüyor ölüm denen şey. Mevlana’ya göre "Şeb-i Aruz" düğün, gelin-gerdek gecesi. Hz. Ömer ise kendi ifadesiyle “Ölüm yarın, hatta daha da yakın” demiş.
Her biri bir anlam ifade etmiş. Acaba kaç kişi var bu soruyu soran, tartışan? Keyifli bir hayatta düşünülecek şey mi bu yani. Sizi bilemem! Ama ben, ölümü “Kuzey ve Güney” dizisinde Kuzey’in rol gereği mezara, diri diri gömülme sahnesinde yaşadım.
Çok zor ve ibret alınacak bir konum var şimdi!
Derinlemesine bakıldıkça ölümün bir son değil, tadılacak bir şey olduğu vurgulanıyor Bilgi Kitabında.
Bir başka boyuta geçiş gibi. Dünyaya dönük birikimin sonu, hazırlıklı olmayanın defterinin dürüldüğünün açık bir şekilde görüldüğü alan.
Tasfiye edilen dünya hayatı burada unutuluyor. İstesen de istemesen de. İnsanda kendini kurtarma telâşı başlıyor. Ölüm geldi mi bireyi öğütleyecek kimse olmuyor. İnsan hoşnutsuzluğunu anlatacak kişiyi de bulamıyor.
Orda insanlar sırtı artık dünyaya dönük yaşıyor. Burada fillerin tepişmesi olmuyor. Atların koşacağı yerde. Zira paçaların tutuştuğu bir mekân orası. Azabın ve mekansızlığın start alacağı bir yer. Ölen birinin hayat enerjisi bitmiş, artık hiç tanışmadığı bir enerji ve yaşam ile baş başa kalmıştır.
Lâfı uzatmadan sözü yine, Reha Muhtar’ın köşesine aktardığı düşüncelerine bırakıyorum. Anlayacağınız Üstad Ahmed Hulûsi’den yararlanmış. Bunu ben söylemiyorum kendi söylüyor.
İzleyin, okuyun, bilgilenin diyorum…
ÖLÜM
“Doğu mistisizmiyle, Batı maddeciliği arasında kaldığından “insan”ın farklılıklardan geçerek tekâmül ve gelişmesi için büyük fırsatlar yaratan, Ortadoğu’ya özgü derin hesaplaşmalar yaşıyoruz uzun bir süredir...
Bu coğrafyada insanların düşünce sistematiği Doğu’nun mistisizmi ile Batı’nın maddeciliği arısında sıkışıp kalıyor...
Sert toplumsal hesaplaşmalar inanılmaz bir kozmik laboratuvar görevi görüyor...
Bütün dinlerin bu coğrafyadan çıkması elbette bir tesadüf değil...”
***
Pazar günü, üç yaşına gelen çocuklarım “oyun salonunda keyifli keyifli oynarlarken”, Pazar okumalarımı Ahmet Hulusi’nin Evrensel Sırlar kitabı üzerine yoğunlaştırdım...
Okurken hep yaşamı düşündüğümüzü, nice zamandır “ölüm” üzerine beynimizi açacak derin ve felsefî yaklaşımlara değinmediğimizi fark ettim...
“Ölüm dediğiniz hal, insanın biyolojik bedeniyle olan bağının kopmasıdır...” diyor Ahmet Hulusi...
“Dolayısıyla o diğer insanlar için yok oldu hükmünü alır... Bu yüzden de ölüm yok ediliş olarak kabul edilir...
Ancak işin içyüzünü bilmeyenler, ölmüş bulunanların, ilerde bir zamanda dirileceklerini, yani yeniden var olacaklarını sanırlar...” diye devam ediyor...
“Oysa biyolojik bedenin kullanım dışı kalmasıyla kişi, biyolojik bedenlilere göre ‘yok olur’...
Bedenli insanlara kıyasla ‘yok’ hükmünü alması, gerçekten onun ‘yok’ olması demek değildir...”
***
“Ölüm dediğiniz hal sonrası, insan mecburî yaşama girer...
Ölüm ötesinde insanlar, dünyada edindikleri bilgiler, şartlanmaları ve kendilerini tanıyabilmeleri ölçüsünde, otomatik davranışları ortaya koyarlar...
Aynen uykuda gördükleri rüyada meydana geldiği gibi...
Zevkler ve acılar, bu otomatik davranışların doğal sonucu olarak duyulur...
Eğer insan kendini tanımış, kendindeki güçleri idrak etmiş ve bunları değerlendirmesini öğrenmişse, karşılaştığı durumlarda otomatik olarak bu kuvvetlerini kullanarak her şeyin üstesinden gelir ve bu da ona doğal olarak bir zevk verir...
İşte o zaman hayatı sembolik bir ifade ile ‘Cennet hayatı’ şeklinde tanımlanabilir...
***
Ancak insan şu hayat içinde kendini tanıyamamış, kendinde mevcut kuvvetleri bilememiş, ‘şartlanmalardan doğan değer yargılarıyla’ yoğrulup, öz cevherini bu yolda boşa harcamışsa, ölümden sonraki hayatta da her şeyi bu ölçüler içinde karşılayacağı için, yaşamı devamlı kendisine ters gelen olaylarla karşılaşarak geçer...
Bu yüzden de sürekli acı çeker...”
Bu sembolik ifadesiyle kendisi için Cehennem hayatı olur...”
***
Pazar günü çocuklar mutluluk içinde oynarlarken, yüzümü güneşe verdim, kitabın sayfalarının derinliklerinde kendimi kaybettim...
“Ölüm“ü ve sonrasını düşündüm, uzun zamandan beri ilk kez...
Günlük bireysel savaşların çok ötelerinde, evrenin ve ruh dünyasının kozmik odalarında gezindim...
Pazar günü, güneşin ısıttığı tenimin altında; ruhumu dinginliğe ve huzura teslim ettim...
Çocuklar keyifle oynamaktaydılar...
|