Oportunist

Yazı başlığı görüldüğü üzere yabancı kökenli bir kavrama dayanıyor. İngilizcesi, Oppurtunity aynı zamanda ‘fırsat’,

Opportunist ise, "fırsatçı" anlamına geliyor.

Fransızcası da yine aynı manada ve Occasion (Okazyon şeklinde okunuyor) kelimesi ile ifade ediliyor.

Bu sözcük daha çok bireysel menfaatlerini, toplum çıkarları üstünde tutanlar için kullanılıyor.

Soruşturulması gereken şey şu;

Neden-niye ve niçin fırsatçılık!

Çıkarlara ters düşen bir hareket görüldüğünde atağa geçilip, öç almak, kin ve nefret kusmak isteniyor.

Sebebi bu.

Yani daha açıkçası, kişinin duygularını frenleyememesinden ötürü, hasım olarak gördüğü kişiyi alt etmesi ile alâkalı. Bunun işler hale gelmesi için de bayağı bir çaba sarf ediyor. Bu düşünceden yola çıkanlar, kendilerine bir fırsat penceresi açıldığını düşünüyorlar.

Çözümden yana tavır almıyorlar.

Çünkü niyetleri iyi değil.

Yapa geldikleri sadece acımasız bir tenkit oluyor.

İşin ilginç yanı, fırsatçılıklarını, rengini belli etmeden, ideolojik kılıf, bir idrak safhası adı altında sunuyorlar.

İşte buna oportünizm deniyor.

Ayrıca bir kimsenin fütursuzca ilkesiz ve ölçüsüz bir şekilde dayatmalarda bulunması da aynı anlamı içeriyor.

Şaşırtıcı şey, Oportünist huya sahip bireyin aktif konuma geçeceği zamanı ve zemini beklemesidir.

Anlaşılacağı üzere bu anlarda bireysellik doruk noktaya çıkıyor. Kişi gelişmeleri takip ediyor, adeta bir mevziye yatıyor; fırsatını yakaladığı anda, kendini haklı gösterecek, görüşlerini pekiştirecek hamlelere girişmekten asla kaçınmıyor.

Biliyorsunuz bu tip davranış biçiminin etiğe uygun bir açıklaması yok.

Ve olumsuz koşullar yaratacağı da çok açık.

Eleştirme safhasının “fırsatçılık niteliğini” yaratacak düzeyde bir eyleme dönüşmesi, saygısızlık ve sorumsuzlukla işlenmiş olmuyor mu, ne dersiniz?

Burada bir denge faktörünün varlığı, sıkıntı ve dertlerin açık yüreklilikle dile getirilmesi, her ihtimalin, her kuşkunun sorulması araştırılması gerekmez mi?

Oysa çoğu kez neyi ne için yaptığının farkında bile değil oportünüs kişi.

Peşin, önyargılı olarak davrandığı belli oluyor.

Aslında bu hareketin, bir yerde kendini de bağladığını, zayıf kimliğinden kaynaklandığını göremiyor.

Çünkü bir kere dinin, büyük mutasavvıfların “görmezden gel” çağrısını dikkate almıyor.

Bütün bunlar bir yana, “kraldan çok kralcı” deyişini aşan bir destekçi rolüne giriyor.

Diyelim ki fırsatçı kişi duygularıyla böyle bir teşebbüste bulundu.

Peki, kime ne kazandırıyor bu davranış biçimi?

Hiç!

Sorun şurada yatıyor; Bu niteliğe soyunan birey, henüz meselenin kökenine inememiş, Kur’anı Kerimde ve Hadislerdeki ikazları hiç anlamamış, hatta o çizgiye bile yaklaşamamış, ‘Tevhit-Vahdet’ kavramlarını bir yerlerden duymuş ama yaşamının ne olduğunu, getirisinin neye dayandığını merak dahi etmemiş.

Sokaktaki insanla, inançlı olan insanı birbirinden ayıran temel özellikler vardır. İnançlı insan, duygularına, öfkelerine yenik düşerek aklını kaybetmez. Sokaktaki fırsat kollamaya çalışır. Ancak inançlı olan, gerektiğinde onun çıkarlarını savunur. Yani fırsat kollamaz.

Mevcut durum ise tam tersine gibi görünüyor. Bir insanın davranışlarını beğenmeyebilirsiniz. Bu sizin, toplumun yapısına uygun olmayabilir. Ama bütün bunlar ona iğreti gözle bakılmasına, eleştirinin çok üzerinde sayılabilecek bir yaklaşımla “hırpalanmasına” neden teşkil etmez.

Daha fazlası, bir gün benzer bir olayın yaşanması söz konusu olduğunda acaba kendisi ne duruma düşecektir.

Bu husus hiç akla getirilmiş midir?

Evet, bütün bunlar bizi şu noktaya sürüklüyor; Fırsatçılık yaparak, burnundan kıl aldırmayanlar, bir gün bütün ayrıcalıklarını yitirdiklerinde, kargalar bile onun düştüğü durumu görüp gülecek, seyredecektir.

Zira olumsuz yaklaşımların sonu budur.

 
 
 

 

 
 
İstanbul - 01.05.2010
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com