Bu kavramın birey
üzerindeki anlamını yorumlamaya çalışırken, onun sosyal
ve tinsel boyutunu aydınlatma çabamızda belirlediğimiz
özelliklerin tümü, özgürlükle alâkalıdır diyebiliriz.
Özgürlük denen sözcük için, ortada tuhaf, değişik
yaklaşımlar var!
Düşünüyorum da herhalde biz ‘bu kavramın içeriğini’
bir türlü anlayamadık.
Veya
‘anladığımız halde, bunu fark ettirmemeye
çalışıyoruz.’
Bu
makalede, algılayanların yanı sıra, anlamayanlar için
-aslında çokça da bilinen nedenlerle- neden
anlaşılmadığını düşünerek geniş çaplı bir analizde
bulunmak istedim.
Esasen “özgürlük nedir?”
sorusunun yanıtını vermek hiç de zor değil. Kısaca ‘toplum
yaşamını tehlikeye düşürmeyecek bireysel seçimlerdir’
diye tarif edilebilir. Hiç kuşkusuz, kişisel
tercihler toplumsal özgürlükleri oluşturur. Özgürlük,
sosyal ve dinsel inançlara dayanır. Şartlanma yollu
olarak da bireyin yaşamında önemli yer tutar.
Bu anlamlı vasıf için şu
kadarını söylemek mümkün: Çarşıdan-pazardan, büyük
alışveriş merkezlerinden satın alınacak bir şey de
değildir. İnsanın özünde var olan, hissettiği bir
duygudur. Uygun açılımlarda, zamanı ve yeri geldiğinde
açığa çıkar. Gerçeklik anlayışı ile hayatını
sürdüren insanın ortaya koyduğu “bir
davranıştır”.
Egon Fridell: “Dahiler, trajik kimliklerin taşıyıcısı
olamazlar”
der. Sözün anlamı şudur: Dahi ya da kimlik/kişilik
sahibi her birimin, evrenselliği bozan bir hareketle
karşılaştığında, yüreğini/cesaretini ortaya koyarak
takındığı tavırdır.
Zira
özgürlüğü tatmak isteyenlerin ‘tutkulanmak-kapılıp
gitmek gibi duyguları kabullenmesi söz konusu olamaz.’.
Özgürlük şayet mistik alana yansımış ise, gerçekten bu
vasfı taşıyan kişi karşısında dünyevi hiçbir engel
duramaz.
Anlayışıma göre, artık gündelik hayatımızın bir parçası
haline gelen türban da özgürlüğün bir
ifadesidir. Bu nesne için örtünmenin bugün biraz daha
modernize edilmiş şeklidir, dersek mantıklı olur.
Ancak, örtünme işleminin kendine uygun bir seçim
olmadığını düşünenler için nedense bir simge olarak
kabul edilmektedir.
Düşünüyorum da;
Neyin simgesi bu? İslam’ın mı?
Din
“örtünün” derken ve örtünme yerlerini belirlerken,
şeklini fertlere bırakmıştır. Evet, bu nokta çok açık,
ama İslam’da değerlendirilmesi gereken sonsuz
olaylar, değinilmedik/açılmadık konular varken
böyle bir şeyin üzerinde durulması, İslâm’ı sembolize
etmesi, asla düşünülemez, kabullenilemez. Aksini kabul
edenler, dini sınırlar.
Önce
bunu iyi anlamak gerekiyor.
Özgürlük, toplumsal yaşantımızda kâh İslam’la örtüşür,
kâh Batı medeniyeti ile. Bazen de bir ‘Doğu
felsefesi’ olarak ortaya çıkabilir. Çünkü soyut bir
kavramın kendini ne şekilde ortaya koyacağı hiç belli
olmaz.
Bu
açıdan bakınca, Özgürlük, türban ile renk almışsa
bunu İslam-Özgürlük modeli ile kabullenmek, daha
farklı şekillerde örneğin, bireyde Marksist
düşünce ile bir gelişim gösteriyorsa, bu anlayışı da
Sosyalist-Özgürlük akımı gibi düşünmek, eleştiri
dozlarını ayarlı tutarak saygı göstermek, doğru olmadığı
halde doğu felsefesinde ‘reenkarnasyon’ düzeyi
ile yoğunlaşıyorsa bireylerin düşüncelerine özgürlük
adına saygı duyularak ‘hayır, illa da böyle’
dememekle algılanır ve yaşanır.
Hayata karşı duyarsızlığını ve sıkkınlığını belirtmek
isteyenlerin özgürlüğe dayatması kabul edilemez bir
gerçekliktir.
Esasen, toplumlardaki birlik ve beraberlik şuuru da bu
tip yaklaşımlarla gelişir. Yakınlaşmalar sergilenir.
Değindiğim hususlara temel teşkil etmesi nedeniyle bir
başka örneğini daha vermek istiyorum. 1920’lerde
yapılan ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ kampanyasının
güncellenmesi ile cadde ve sokaklar tekrar ‘Vatandaş
Türkçe konuş’ afişleri ile donatıldı.
Ne değişti? Konuşma şekli mi?
Hayır!
Bunu
asla söyleyemeyiz.
Peki, getirisi ne oldu söyler misiniz?
Cehaletten başka hiçbir şey...
Engel olunması istenildiği halde, dileyen seçtiği ya da
alışık olduğu dili kullanarak dertlerini bir şekilde
yanındakine aktardı. Bu hususta toplumda mevcut bir
bölünme olduğunu hatırlamıyorum.
Şurası kesin ki; bizler daha hangi nesnenin nerede ve ne
şekilde kullanılması gerektiğini bilmeden/düşünmeden,
çokbilmiş tavırlarla ve bahanelere sığınarak ‘Orta
çağa dönülemez’ diye feryatlarla, savunma
gerekçeleri ne olursa olsun, başkalarının haklarını
resmen gasp ediyorsak bu davranışın adı özgürlük değil,
orta çağın da aşağısında bir yaşam dünyasına/ilk çağ
devrine yakışır bir baskı hareketi oluyor demektir
ki, bu tavrımız özgürlük adına yapılan en büyük
yanlışlık olur.
Böyle bir şeyi asla temenni etmiyoruz.
Yazık ki bunca yıl geçtikten sonra, bu kavramın ışığında
kendimizi gözden geçirdiğimizde eksiklerimizin hâlâ
durduğunu görüyoruz.
Ama,
yine de bu bizi yıldırmamalı.
Çünkü özgürlük, durmak bilmez… |