Profesör ve Seyis
Ahmed F. Yüksel
 

Hikâye şöyle başlıyor: Profesör, konferans vermek üzere salona girmiş. Salonda, ön sırada oturan seyis dışında hiç kimse yokmuş. Boş koltukları görünce, konuşup konuşmama konusunda tereddüde düşen profesör, sonunda seyise sormuş: "Buradaki tek kişi sensin. Kararı sen ver. Sana göre konuşmalı mıyım, yoksa konuşmamalı mıyım?"

Seyis cevap vermiş: "Hocam ben basit bir insanım, bu konulardan hiç anlamam. O yüzden bana hiç sorma. Ama ben ahıra gelseydim ve bütün atların kaçıp bir tanesinin kaldığını görseydim, yine de onu beslerdim".

Bu sözler karşısında seyise hak veren profesör, kararını vermiş ve konferansa başlamış. Konuşmuş, konuşmuş... İki saatin üzerinde anlatmış, yazmış durmuş. Sonunda sözlerini tamamlayan profesör, kendini çok mutlu hissetmiş ve görevini yerine getirmenin hazzı ve tatlı yorgunluğuyla seyise dönmüş. Aslında amacı, tek dinleyicisi tarafından da konferansın çok iyi geçtiğinin onaylanmasını duymakmış. "Konuşmayı nasıl buldun?" diye sormuş.

Seyis cevap vermiş: "Hocam, ben sana daha önce basit bir adam olduğumu ve bu konulardan pek anlamadığımı söylemiştim. Yine de, eğer ahıra girdiğimde, biri dışında tüm atların kaçtığını görseydim, onu beslerdim, ama elimdeki tüm yemi ona verip hayvanı çatlatmazdım".

Günümüzde durmaksızın gelişen teknolojinin yardımıyla güncel hayatımıza kolaylıklar gelirken, bir taraftan da kimlik ve kişilik karışımı tavırlarla 'iletişim boyutunda’ sayısız sakarlıklara, kazalara şahit oluyoruz. Bir kısım insan, konuştuğunu zannedip bir şey söylemiyor, bir diğeri konuşup adeta insanı çatlatıyor, bir kısım susarak konuşuyor, bir şeyler ima ediyor.

Ve bu şekilde hemen her gün birçok kişiyi darıltıp bir şekilde kaybediyoruz. Hatta “en yakınlarımızı bile bu tip kazalar” dan koruyamıyoruz.

İletişim, bulunduğumuz toplumda en çok ihtiyacımız olan şeylerin başında geliyor. Çünkü anlamayı ve anlaşılmayı kısaca değerlendirmeyi sağlıyor. Anlama ve anlatma ise bilmeyi; bilgi, sevgiyi, saygıyı ve hoşgörüyü getirir.

Toplum olarak bunlara ne çok ihtiyacımız var değil mi? Neredeyse yakında bütün bu değerleri kaybedip hatırlamaz hale geleceğiz. Ve birbirimize “onlar da neydi?” diye soracağız.

Bunun devamında nasıl bir sistemin geleceğini kestirmek zor değil…

Bilgi deyince değinmeden geçemeyeceğim; bilginin en önemlisi, en değerlisi, güven vereni; kendini, aslını bilmektir. Bunu öğrendikten sonra da Mevlana'nın sözünü hiç akıldan çıkarmamak gerekiyor: "Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır".

Işıklı günler dileğiyle.

 

 

 
 
İstanbul - 30.10.2008
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com