Psikanaliz,
ilim ve yaşam…
Ahmed F. Yüksel
 

Yaptığını anlayabilecek, sorumluluğu taşıyabilecek bir Allah ehli nasıl bir eğitim almalıdır. Dünyada ki kaç kişi seyri sülükte ilmini yaşamıyla birlikte götürmektedir. Kaçında daimi bir oto kontrol mekanizması çalışmaktadır. Kaçında bilimsellik ile – din birlikte işlenmektedir. Şurası muhakkak ki bazı bilgiler gökten zembille inmiş gibi beyinlere sokulmakta ve eksik formül uygulaması biçiminde çözülmesi gereken sorunlara ilaç olmamaktadır. Dolayısıyla ilim oturmadığı için yaşam da beklenen seviyeye ulaşmamaktadır.


Psikanaliz, kişinin benliğine kavuşması için, kendi hareketlerini adeta videoya çeker gibi kayda alması gerektiğini ifade eder. Buna göre insan, geçmiş hareketlerini hafıza/ ruh beraberliği içinde mütalaa edecek ve hatalarını tespit edip ileriye, umut dolu yarınlara bakabilecek, ‘ben buyum’ diyecektir.

Hareketlerini takip edemeyen, izleyemeyen, sonuçta kendine vakıf olamaz; dünyayı algılayamaz. Etrafında “olup bitenin farkına bile” varamaz. Sistemi okuyamaz. Hatta kendisinin ne olduğu, nereden gelip nereye gittiği konusunda bir fikri dahi olamaz.

Örneğin zenginse,  fakirin halinden anlamadığı için “zengin olmanın tadını” çıkaramaz, yaşayamaz. Keza kıskanç olan biri, sahiplik duygusuyla hayatına devam eder. Hâlbuki ortada kıskanılacak bir durum da yoktur. Bu duyguyu üzerinden attığında bu huyun ne kadar kötü bir şey olduğunun farkına varır.

Aldatılan bir insan, şayet bu duruma düştüğünün farkında değilse uyurgezer gibi dolaşır. Uyanır hale geldiğinde şoklamaya girer, dünya ona zindan olur. Bu durum bireyin kendisi ve sosyal çevresi, aileleri bakımından büyük sorunlar doğurduğu gibi, mistik yaşamda da hayli olumsuz sonuçlar verir.

Bütün bu örnekler, bireyin kendini tanıması ile algılanır ve değerlendirilir. Belirli kıvama gelen birey, en azından eskisi kadar yıpranmaz.

Psikolojik tepkinin büyük olmaması bu şartlara bağlıdır.

İlim de böyledir. Miskin Yunus der ki; "İlim, ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen/bu nice okumaktır."

Haliyle kendini bilmeyenin ilmi de olamaz. İlmi değerlendirebilen, son derece süratli düşünür, sistemi çözer. Post modern çağa, farklılıklara, ayak uydurmaya çalışır. Aksi takdirde huzur bulamaz.

İlmin insana yararlı olabilmesi için, doğru tespitlerde bulunmak, kavramları bilmek, mecaz ve sembol seçimlerini iyi yapmak ve değerlendirmek gerekir. Çünkü bir kavramın ya da mecazın hangi manaya işaret edeceğini bilmeden mesafe alınamayacağı açıktır. O nedenle konulara gerekli tanıyı koymak, sağlıklı öngörülerde bulunmak, sorunlara çözüm getirecek sentezler üretmek, yaşanacak olumsuzlukları, yani badireleri en kestirme yoldan atlatmak, bireyi fazla sıkmadan sorunun üstesinden gelebilecek yolları aramak ilmin hedefidir.  

İlim, insanlara gerçekleri açıklar. Farklılıkları görmezden gelme, birörnekliği dayatma arzusunda ısrar ettiği sürece, geride kalan çağa, hurafeye boyun eğmek zorunda kalır.

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de uyanık olup hareketlerini takip edenlerin, hatalarını belirleyenlerin, etik değerleri koruyanların, mizacı uygun olanların ve en önemlisi de alış kabiliyeti bulunanların, diğerlerine göre ilimden çok daha fazla faydalanacakları kesindir.

Kendini ilme adamış bireylerde kandırma, kişiyi sömürme, “yalanlara gerekçe uydurma” sanatı yoktur.

Belki anımsanır; önce, kişi büyük bir iştahla bu işe atılır, dünya ile bağlantısı kesilir, pembe tablolar çizilir, bir tür nurlu ufuklar edebiyatı yapılırken, birden hiç beklenilmeyen olumsuz durumlarla karşı karşıya kalır.

Şayet, ilim hatırlanmayacak hale gelirse, zincirler birden kopar ve o bilgin kişi maalesef eski halinden de beter olabilir. Hâlbuki desteğin sürekli olamayacağı, daha açık bir deyişle, ilim yolunda devamlı saadet zincirinin bulunamayacağı, “kriz ve imtihan dönemlerinin” olabileceği ve bunalımların insanı bulacağı uyarısı yapılmıştı.

Ancak, ilgi ve kabul görmediği için, bu ikazlar “sorunların yaşandığı sırada” hatırlanmış, ilim örtülü halde olduğundan, üstesinden gelinememiştir.

Birey, kişisel olayların olabileceğini belki düşünmüş, fakat o denli büyük boyutlu olabileceğini kestirememiştir. Ancak, sorunun köklü ve derin olduğunu sonradan değerlendirmiş ve bu işin ayrıca teslimiyetsiz geçiştirilemeyeceğini de anlamıştır.

İnsan yaşamak istiyorsa, daha akılcı, teslimiyetçi, daha az aç gözlü olmalı, etik değerlere uymalıdır. Kurallara uyduğu takdirde yaşam onu kucaklayacak ve kişi selamete erecektir.

Bundan hiç şüpheniz olmasın.

 

 

 
 
İstanbul - 27.10.2008
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com