Putu kırmak

“Ey Oğul bağını kopar ve kurtul.

Ne zamana kadar altın ve gümüşün esiri olacaksın?

Denizi bir kâseye dökecek olsan, ne kadar sığar, ancak bir günlük rızık miktarı.

Hırs ve tamah ehlinin gözü doymaz.

Hâlbuki sedef, kanaat gösterip kapanmayınca içinde inci olmaz.

İçinde pusu kurmuş olan nefis, kibir ve kin bakımından bütün insanlardan beterdir.

Nefis üç köşeli dikendir; nasıl koyarsan koy yine sana batar;

ondan kurtulmanın imkânı var mı?

Buğday için, gökyüzünden buğday gönderenden ayrıldın ha!

Yer, gökyüzüyle düşmanlığa kalkışırsa çoraklaşır, ölü hale gelir.

Mesnevi

 

     İnsanın temelinde, birtakım güçlerin egemenliği altına girmesi vardır. Sperm ile yumurta birleşiminde bir başlangıç yapar bu işlev. Sonra bu güçlerle doğar. Aslında bunlar potansiyel kuvvet değil, değişik sanal objeler ve kişiyi prangaya vuran kalıtsal değerlerdir.

     Özetlemek gerekirse, doğarken bu olumsuz özelliklere sahiptir insanoğlu.

     Ve kendisini bir beden, et-kemik yığını gibi kabullenmesinin sonucu PUT anlayışı doğar.

     Ancak beyin, bu koşulları fark eder de kendi orijinal kimliğine kavuşursa putunu kırabilir.

     Bunu yaparsa harika olur, ama o zaman da kişi, o kişi olmaz, başka isimle anılır.

     Zira put, insanın kendine yabancılaşmasına yol açtığı gibi, bağımlılık oranını da arttırıcı bir araçtır.

     İnsanoğlu, tarih boyunca “putları kırmak için” çeşitli vesilelerle, önemli ölçüde savaşlar vermiştir.

     Allah kavramı ve anlamı; putla-ilâhla ilişki kurulmasına izin vermez.

     Kendi yarattığına, hayal ettiğine kulluk etmesini istemez.

     Kuşkusuz, Allah ismi ile işaret edilene teslim olmak yani ‘B’ nin sırrı ile O’na iman etmek, kurtuluşa uzanan tek yoldur.

     Zira özümüzdekinden başka hiç kimsenin bizi yönetme hakkının meşruluğu söz konusu değildir.

     Hem halktan nefret edip, halkı küçümsemek, halkın taleplerini görmezden gelmek, hem de “putumu kırdım” demek imkânsızdır.

     Bu ayrıntı şu anlama geliyor: Dışsal güçler bizi programlayamaz, ancak içsellik bu hükme kadirdir.

     Konuyu bu eksende ele alırsak, “Mülk Allah’ındır”, “Hüküm vermek sadece Allah’a aittir” ayetlerini, dışsallığın değil, içselliğin varlığını ortaya koyar, şeklinde düşünebiliriz.

     Haliyle, hüküm vermek ve dilediğini yapmak sadece Allah’a mahsustur.

     Onun adına konuşmak mümkün değildir.

     Vekili de yoktur.

     Nasıl olsun ki?

     Sadece Allah Rasulü onun istekleri ile uygun sözleri bize iletir.

     Onun adına konuşabilir.

     Efendimiz (sav) “benden sonra hilafet otuz sene sürer” demiştir.

     Hilafetin dahi uygulayacağı prensipler sınırlıdır.

     Zina, hırsızlık suçları için gerekli cezayı uygulamak.

     Zekâtın dağıtımı ile ilgili ciddi önlemler almak,

     Cuma namazlarını kıldırmak… gibi.

     Söz konusu uygulamalar, sosyal yaşam ile alakalı değildir.

     Direkt ölüm ötesi bağlantıları yansıtır.

     Bunun en mükemmel tatbikçileri kuşkusuz, Muttakiler zümresi olmaktadır.

     Halifelerin seçimini Allah Rasulü yapmış, her biri de O’nun talimatlarına harfiyen uymuştur.

     Halifeler, geleneksel ahlâkın yerini alan sisteme uygun yaşantı ve kararlarıyla, toplumun değer yargılarında değişikliği oluşturmuştur.

     Beşeri ahlâkın yerine geçen hükümler-yasalar, aynı zamanda putlara tapınma denilen isteği büyük bir ölçüde ortadan kaldırdığından, onları put edinenlerin sayısını da azaltmıştır.

     O nedenle İslâm topluluğu, korkuyu azaltmış, kulluğunu içselliğe yönlendirerek, hakikatle ilgili bilgileri edinme çabasına girmiştir.

     Günümüzde dahi durum böyledir.

     Bu anlamda insanoğlu, kendine ilâh olarak seçtiklerin aksine yaşamlarını sürdürürken, korkmadan ölüme hazırlanmayı da bilmiştir.

     Çünkü bütün korkuların-duyguların kaynağı, yani tutkuları bir anlamda putları olmaktadır.

     Bizler, hükümler vasıtasıyla ölüme alışkın hale geliriz.

     Duygulara teslim olmayız.

     Zira ölümün tadılacak bir işlev olduğunu bilen, daha rahat-özgürce bir yaşama geçer.

     Artık ona hükümlerin dışında, istemediği bir şeyi yaptıracak baskı ortamı oluşamaz.

     Ne ki kendindeki değerlerden yoksun kalan ve daima “Kul”, olarak yaşamayı adeta huy edinmiş olanlar bahsini ettiğim platforma geçmekte zorlanır.

     Allah’tan başka bir güce boyun eğmek zorunda kalabilir. İşte bu davranışı, putunun daha yıkılmadığının işaretidir.

     Putlara inanan, bilmeli ki Allah’tan başka güç yoktur.

     O nedenle kula kulluk yapmanın gereği de olmamalı ve sadece Allah’a secde edilmelidir.

     Kişi bu tür anlayışa sahip değilse, secdesini putuna yapar.

     Çünkü varlığını oluşturan Rabbinin dışında kalan her şey yalandır, geçicidir.

     Bu manada Fatiha suresindeki ayet; “Sadece ona sığınırız, ondan gelen tecellilerle varlığımız devam eder” demektedir.

     İsmi Allah olana yönlenen, bu anlatılanlardan payını alarak yoluna devam eder.

     Bilir ki, her fiil sonuçta ona dayanır.

     Bu inançla yüce yaratıcı ile arasına kimseyi sokmamakta kararlıdır.

     O nefis ki kimseden bir şey beklemez.

     Çünkü putlarından, yani aşırı istek ve arzularından, kendini beden kabul etme anlayışından arınmıştır.

 
 
 

 

 
 
Bodrum - 25.08.2010
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com